Ara Güler Kimdir? Değerli Fotoğrafçımızın Hayatına Bir Bakış

Ara Güler, 1928’de Beyoğlu’nda doğdu. Ermeni asıllı Türk fotoğrafçı, fotoğraf muhabiri ve yazardı. Çocukken sinemadan çok etkilendiğini söyleyen Güler, lisedeyken film stüdyolarında kendini geliştirmek için sinemacılığın her dalında çalıştı. Daha sonra, Muhsin Ertuğrul’un yanında tiyatro ve oyunculuk eğitimi almaya başladı En büyük gayesi rejisör veya oyun yazarı olmaktı. 1950’lerde Yeni İstanbul Gazetesi’nde gazeteciliğe başlayarak bu yıllarda gazete ve edebiyat dergilerinde Ermenice öyküleri yayınlandı. Aynı zamanda da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne devam etti ancak fotoğrafçı ve gazeteci olma kararını çoktan vermişti.

Ara Güler

1961’de İngiltere’de yayınlanan Photography Annual tarafından en iyi yedi fotoğrafçıdan birinci seçildi. Aynı yıl Amerikan Dergi Fotoğrafçıları Derneği’ne kabul edildi ve bu kuruluştaki ilk Türkiye’den gelen üye oldu. Fotoğraf dünyasının önemli yayınlarında fotoğrafları kullanıldı, adından bahsettirdi. Bertrand Russell, Winston Churchill, Arnold Toynbee, Pablo Picasso, Salvador Dali gibi birçok ünlünün fotoğraflarını çekti, röportajlar yaptı.

1979’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin foto muhabirliği dalında birincilik kazandı. 1980’de derlenen bazı fotoğrafları Karacan Yayıncılık tarafından kitap hâline getirildi. Ara Güler, ABD’de, Almanya’da, Paris’te çeşitli sergiler açtı ve hâlâ fotoğraflarının büyük bir bölümü çeşitli müzelerde sergilenmektedir.

Görmenizi istediğimiz efsanevi Ara Güler fotoğrafları:

Fotoğraf bir kere sanat falan değildir. Fotoğraf görülen bir şeyin zapta kayda geçmesidir. Fotoğraf meselesi bir arşiv meselesidir. Arşiv, kaybolmasın, yitmesin, bitmesin, gene bakayım, gene göreyim diye. Onun için fotoğraf bir alettir, makinedir onunla hayatı yakalarsın hayatı yakalamak da arşiv yapmandan çok daha mühimdir. Bir arşiv bir dünyayı getirir. Fotoğraf makinesinin icadı bunun içindir.
Benim bildiğim İstanbul, fotoğrafçı Abdullah Biraderler’in zamanındakinden hemen biraz sonrasıdır. Gerisi bir şey değildir. Bir de benim dediğim gözle İstanbullu adam yok. İstanbul’da fotoğraf çekmiyorlar ızdırap çekiyorlar. İstanbul ızdırabı çekiyorlar. Çünkü kaçırdıkları İstanbul’u bulamıyorlar.
İnsan neye memleketim der? Çünkü orada camdan gördüğü kıza âşık olmuştur, bu tip hatıraların yan yana gelişiyle memleket doğar, onun için herkes memleketinde doğduğu yerde ölmek ister. Çünkü hatıraları oradadır yani, orada var olacağını düşünür, ben de şimdi fotoğraf çekmeye giderken o var olmasını istediğim şeyleri arıyorum ve bulamıyorum. Hayatın temposu değişti.
Sokağa çıktığım zaman o eski İstanbul’u arıyorum ben ama yok. Nerede bu İstanbul, denize düşmüş. Sevdiğin İstanbul nedir? Salacak’ta bir apartman veya bir bahçe var, onun arkasında bir konak var, oradan kör kedi çıkar veya ufak bir kedi yavrusu çıkar camdan atlar aşağıya.
Ben kendim uğraşıp uğraşıp görüşememiştim Picasso’yla. Herif yanına adam sokmuyor. Yoksa resim yapamaz. Bizim yayınevi kitabını basacaktı. Patron da meyhane arkadaşım, “Beni götürmezsen konuşmam seninle” dedim. Öyle gittim. Picasso da sevdi beni, “Sen benim bu kadar fotoğrafımı çekiyorsun, ben de senin resmini çizeyim” dedi. Türkiye’de bir adet orijinal Picasso var, benim evde.
Dali’nin Paris’te oteline gittim, 101 numarada kalıyormuş. Kapısını açtım, bana bakıyor; “Niye benim fotoğrafımı çekmek istiyorsun?” dedi. “Çok meşhursun da onun için.” dedim. “Benim dakikam 25 bin dolardır.” dedi. “Güzel ama ben bir dakikada fotoğraf çekemem ki!” dedim. Beni tuttuğu gibi dışarı attı. O akşam bir Yahudi arkadaşımla yemeğe gittim. “Dali beni dışarı attı.” dedim, “O benim vaftiz babam.” dedi. “Ama sen Yahudi’sin o Hristiyan nasıl olur?” dedim. “Sen karışma.” dedi, gitti konuştu. Ertesi sabah saat 11’de gittik. Dali bana bakıyor ben ona. “Senin fotoğrafını çekmeliyim. Adamakıllı bir fotoğrafın yok.” dedim. “Kimse yokken gel.” dedi. Ertesi gün saat onda gittim, üç gazeteci daha geldi. “Hani benden başka kimse olmayacaktı.” dedim. “Dur ben onları hemen salarım.” dedi. Elinde de gümüş saplı bir baston var. “Bilin bakalım, ziftin formülü nedir?” dedi. Kimse bilemedi. Formülü kafadan attı. “Benim adım Salvador Dali, bu bastonu ziftin içine sokar çıkarırım. Beş kuruşluk baston olur 50 bin dolar. Sen bunu yaparsan deli derler. Şimdi dediğimden ne anladınsa git onu yaz.” dedi. Üçünü birden toplayıp dışarı attı. O fotoğrafları o gün çektim.
Kaynakça: 1, 2

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir