Bu Ay Ne Okuyalım: Üç İstanbul, Mithat Cemal Kuntay

Osmanlı toplumu 19. yüzyıl itibarıyla bir bunalım ve değişim dönemine girmiştir. Kötü yönetilen bir devletin içinde değişimler de sert ve plansız olur. Osmanlı toplumu işte tam da böyle bir sürece gebedir. Toplum, batılılaşmaya çalışırken pek çok ahlaki çöküntüye uğramıştır. Batılılaşmayı zenginlik, eşya ve kadın üçgeninde gören bireyler, bu dönem içerisinde kimlik bunalımları ve kuşak çatışmalarıyla cebelleşmiştir. Üç İstanbul romanı, İstanbul’un geçirdiği üç sancılı sürecin insanlar üzerinde yarattığı etkiyi gözler önüne serer. Roman; Abdülhamit’in istibdat dönemini, II. Meşrutiyet’in ilanını ve işgal yıllarını sosyolojik ve siyasi açıdan âdeta ayna görevi görmüştür. Bu üç dönemi de yaşayan Mithat Cemal Kuntay;

“Ben bir muaşeret romanı yazıyorum. Çünkü İstanbul’u ilk softasından son levantenine kadar tanırım. Beyoğlu’ndaki konsolos medeniyetini, Fatih’teki kurunuvustayı yakından bilirim.’’ (Göktürk, 1987: s.46) sözleriyle romanın zamanına olan hakimiyetini belirtmiştir.

Roman karakterleri siyasi güçlerine göre üç farklı dönem içerisinde ele alınmıştır. Adnan ve Hidayet’in siyasi güçlerindeki değişim; onların tüm hayatlarını etkilemiştir. Hidayet; istibdat döneminin lüks içinde yaşayan devlet adamlarından biridir. Hidayet’in karakteri romanın daha ilk sayfalarında; ‘‘Hidayet 27 yaşında, bâlâ rütbeli ve Osmanlı İmparatorluğu’nun devlet adamlarındandır. Gündüz saraydan para alır, gece saraya söver.’’ (Kuntay,2020: s.14) sözleriyle anlatılır. Hidayet; zengin ve nüfuslu biridir. Konağına gelecek misafirleri belirli yetenek ve özelliklere sahip kişilerden seçer. Akşamları onun konağında sohbete katılanların çoğu Hidayet’i sevmez, onu bayağı bulur. Bunlardan biri de Adnan’dır. Hidayet; Adnan’ı siyasi bir roman yazdığını duyunca konağına almıştır. Fakat Adnan’ın ucuz kıyafetleri Hidayet’i hep rahatsız eder.

Adnan; hukuk fakültesinden yeni mezun olmuş bir gençtir. İdeolojilere sahip, memuriyet veya avukatlık yapmak istemeyen bu genç; fakirlik içinde, veremli annesine bakarak ve romanı Yıkılan Vatan’ı yazarak günlerini geçirir. Ailesinden gelen verem hastalığı onun en çok korktuğu durumdur. Bir gün verem olmaktan, tedavi olamamaktan ve en sonunda annesinin durumuna düşmekten çok korkar. Bu korkuya sebep olan fakirliği, onu siyasi hırslarla kaplamıştır. Fakat fakirliği bitince, siyasi hırsları da biter. Adnan’ın kavgası devletinin yıkılması ya da halkının aç kalmasıyla değildir. Adnan’ın kavgası kendi fakirliğiyle ve yeterince iyi bakamadığını düşündüğü annesinin de bu fakirlik yüzünden öleceğini bilmesiyledir. Adnan, fakirlik yüzünden aldığı yaraları vatan mücadelesiyle tedavi etmeye çalışır fakat fakirliği bittiğinde artık tedaviye muhtaç bir yarası da kalmamıştır.

Adnan ve Hidayet siyasi değişimlerden en çok etkilenen karakterlerdir ve zamanla büyük değişimler yaşarlar. Hidayet istibdat döneminin sona ermesi ve Meşrutiyet’in ilanı ile tüm zenginliğini, nüfusunu kaybeder. Herkes tarafından konuşulan konağı, istibdatta yoksul olan Moiz’in olmuştur. Hidayet; istibdat döneminde yükselişi yaşamışken Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte hayat ivmesi değişmiş ve hayatı çöküş dönemine geçmiştir. Eski saygınlığı; istibdat döneminin bitmesiyle son bulur. Adnan için ise durum tam tersidir. Önceleri yoksul, ideolojileri olan ve zenginlere karşı nefret hisseden Adnan; istibdat döneminin sona ermesi ve Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle günden güne zenginleşir, güçlenir.

Adnan, bu zenginleşme sürecinde ideolojilerinden kopar. İhtişamından büyülendiği taş konaklar artık onun için hayal olmaktan çıkar. Kendisine Cağaloğlu’nda bir taş konak yaptırır. Fakat Adnan’ın da sonu Hidayet’ e benzer. Meşrutiyet yılları geçer ve işgal yılları başlar. Artık o da Hidayet gibi yıkılışını bekler. Belkıs, onu ilk düşüşünde terk eder. Adnan vereme yakalanır ve önceleri aşkını yok saydığı Süheyla’nın yanında yaşamak zorunda kalır.

En büyük değişime uğrayanlardan biri de Tevfik Hoca’dır. Köylünün parasıyla elde edildiğini düşündüğü, kin ve öfke duyduğu zenginlik; onun hayatına geldiğinde aynı zenginliğe kapılarını ardına dek açar. Zenginliği sebebiyle nefret ettiği Hidayet’ten hiçbir farkı kalmaz. Onun da aynı Adnan gibi hayatla fakirlik kavgası vardır. Derdi Hidayet ile değil fakirlikledir. Adnan’a âşık olan seks işçisi Filareti ile evlenir. Tevfik’in değişimi, diğer karakterlere göre çok daha nettir. O, para için değişir ve tüm değerlerini ardında bırakır.

Roman karakterlerinde görülen bir başka kuşak çatışması örneği ise yanlış batılılaşma temasıdır. Belkıs bu karakterlerden en göze çarpanıdır. Başlarda Adnan’a karşı hiçbir hissi yoktur. Fakat babası; istibdat döneminin bitimiyle zenginliğini kaybeder. Tam bu sırada da Adnan, Meşrutiyet’in ilanından sonra İttihatçıların ilgisini çekmiş ve zenginleşmiştir. Belkıs, kendisine âşık olan Adnan ile yalnızca zengin ve nüfuslu biri haline geldiği için evlenir. Bu evlilik Belkıs için zenginliğin devamını sağlayacak bir aracıdan daha fazlasını ifade etmez. Adnan ile gittiği balo ve davetlerde Adnan’ı yeterli bulmaz. Adnan, onun için hala ona ders vermeye gelmiş bir hoca sıfatındadır. Adnan’a karşı sevgi veya saygı hissetmez. Romanın sonunda tıpkı Adnan’dan önceki eşine yaptığı gibi Adnan’a da ihanet eder ve Adnan’dan daha güçlü biriyle birlikte olur. Tüm bu özellikleriyle Belkıs; sonradan görmüş, yanlış batılılaşmanın yolunda kendi özünü kaybetmiş, mutsuz ve memnuniyetsiz bir karakter temsili yapmaktadır. Bu memnuniyetsizlik onu bunalımlara sürükler ve hayatında bir kısır döngü yaratır.

Romanda ayrıca İstanbul’da yaşanan ahlaki çöküş de aktarılmıştır. Moiz, Sakallı Vasfi gibi öne çıkan yan karakterlerin kişisel çıkarları için çok fazla karakter değişikliği yaşadıkları görülür. Moiz, önceden nefret edercesine eleştirdiği Hidayet’in evini; istibdattan sonraki zenginleşmesi sayesinde satın alır. Zenginliği için onunla birlikte olan Raşel ile bu konağın ünlü şark odasını yeniden dekore ederler.

Romanda yansıtılan bir diğer ahlaki çöküş teması ise Adnan’ın yakın arkadaşlarının eşleriyle yaşadığı yasak aşklardır. Hatta bu kadınlardan biri olan Macide’yi gebe bırakmış; sonrasında da çocuğunu aldırmasını söylemiştir. Oysa Adnan; roman içerisinde Filareti ile olan birlikteliğinden Filareti bir seks işçisi olduğu için utanır, Filareti’yi yargılar. Bu olayda namus nutukları atan Adnan, kendi yasak aşklarını göz ardı eder. Adnan, kadınlar dışındaki konularda da insanları yargılar. Örneğin; istibdat dönemi sonrası insanların ani değişimleri onu şoka uğratırken kendisi de Meşrutiyet döneminde değişen, zenginleşen biri olmuştur. İnsanlar yaptığında etik bulmadığı davranışları sık sık kendi hayatında tekrarlar.

Adnan’ın Süheyla ile olan ilişkisinde de bazı çelişkiler mevcuttur. Adnan fakir olmasına rağmen züppe tipine ait davranışlar sergiler. Süheyla, geleneksel giyinen bir kadındır. Böyle giyinmesi Adnan’a onun entelektüel birikimin olamayacağını düşündürür. Süheyla’yı yaşayış şekline göre yargılar. Fakat Filareti’yi de seks işçisi olarak yargılamıştır. Adnan’ın memnuniyetsizliği kadınlara yaptığı yargılamalarda açıkça belli olur. Örneğin; romanda Belkıs’tan vazgeçip sevmediği halde evlenmek istediği Süheyla’dan gelen mektubu okuduğu bu bölüm:

‘‘Adnan bu akşam Belkıs’a gitmek için evinden çıkarken postacı bir mektup getirdi. İmza: Süheylâ! Bu kadar vakadan sonra Süheylâ’dan bir mektup? Adnan kâğıttan korktu; kız evlenmeye razı mı oluyordu acaba? Okudukça sarardı. Son satırlarda bembeyazdı:

Demek ki, Adnan Bey, benimle evlenmeye razı oldunuz? Demek ki bu felakete katlanıyorsunuz? Fakat siz bilir misiniz ki bana acıyarak verilen saadetten memnun olacak kadar ben iyi yürekli bir kız değilim. Siz bana acıdınız; benimle onun için evlenmek istediniz. Bu merhametiniz hayatımda göreceğim hakaretlerin en zalimidir. Ben evlenecek değilim: Ne sizinle, ne başkasıyla… Yalnız, Adnan Bey, ben bekleyeceğim: Sizin acınacak hale geldiğiniz günü bekleyeceğim ve o gün ben merhamet ederek, ben size ‘evlenelim’ diyeceğim. O gün ne vakit mi gelecek? Bilmiyorum. Fakat bekleyeceğim. Beklemesini bilen bir kızım.

Sevilmediği için ne yazdığını bilmeyen kıza Adnan evvela acıdı. Sonra felaketini açık lisanla bekleyen mektuba sinirlendi. Kâğıdı yırttı. Şaşkınlıkla zarfı cebine koydu. Son meseleden sonra Süheylâ’ya duyduğu merhameti de bu mektup sildi.’’ (Kuntay, 2020: s.169-170)

Adnan’ın kadınlar konusundaki çıkmazının ve egosunun net bir tasviridir. Süheyla ise romandaki en az kuşak çatışması yaşayan karakterdir. Bu kadın bilgi ve tecrübesine ve sevdiği adamın onun gelenekselliğini hor görmesine rağmen daima istediği gibi yaşamıştır. Karakteri duruma, paraya göre değişmez. Sevdiği adamın dahi kendisini kullanmasına izin vermez. Belki de Süheyla bu romanda en az yara almış karakterdir.

Mithat Cemal Kuntay; bu dönemlerde Osmanlı toplumunda sıklıkla görülen doğu- batı çatışmasının insan hayatını farklı yönlerde etkileyişini de ele almıştır. Örneğin romanın başkahramanı Adnan;

‘‘… Bir yandan ulusal bir uyanışın özlemlerini, öte yandan da batılı lüksün özentilerini kişiliğinde bir türlü uzaklaştıramayan çelişkili bir kahramandır.’’ (Timur, 1991: 222)

Üstelik bu durum yalnızca Adnan’a ait de değildir. Moiz, Belkıs, Hidayet, Tevfik… Hepsi bir kararsızlık ve çelişki çıkmazının içindedir.

Bu kararsız ve çelişkilerle dolu hayatlara sahip insanlar; imparatorluğun çöküş yıllarındaki Osmanlı insanını temsil ederler. Romanda yer verilen bu karakterler sıradan insanları içermez. Ele alınan tüm karakterlerin bir görevi vardır. Zengin karakterler devlet adamı ya da hükümet yanlısıyken fakir karakterlerin ise hayat kavgaları vardır. Örneğin Adnan, başlarda ideolojileri olan, veremli annesine bakan genç bir delikanlıyken sonraları istibdat dönemi bitiminde değişimlerini yargıladığı insanlar gibi olur. Moiz, Tevfik Hoca gibi karakterler de fakir olmaya öfkelenen kimselerdir fakat ellerine zengin olma şansı geçtiği an bu fırsatı değerlendirirler.

Romanda, karakterlerin kuşak çatışmaları ve kimlik bunalımlarının bir yansıması da romanda mekân ve eşyalar ile yapılmış tanımlamalardır. Örneğin; Hidayet karakteri konağı ile anılır. Adnan’ın Belkıs’a ders vermek için evlerine gittiği gün, onun zenginliğe özendiği ilk gündür. Mekânlar olarak konaklar ve konakların içindeki eşyalar tüm romanın seyrini etkilemiştir. Mekân ve eşya, karakterlerin hayatlarının dönüm noktalarında hep vardır ve uzun uzun anlatılır.

Roman genelinde karakterlerde bir mutsuzluk duygusu da hakimdir. Bu mutsuzluk, tatminsizlik sorunundan kaynaklandığı gibi aynı zamanda karakteristik de bir durumdur. Dönemin kargaşası içinde karakterleri oturamamış ve psikolojik buhranlar yaşayan bu insanlar; tıpkı İkinci Dünya Savaşı sonrası insanların yaşadığı psikolojik buhranları o dönemde yaşamışlardır. Çünkü bir imparatorluğun çöküşüne ve yok oluşuna tanıklık etmek; bunun getirisi olarak sosyal adaletsizlikle, hukuksuzlukla ve hastalıklarla boğuşmak, insanların yaşama sevinçlerini ellerinden almıştır. Romana da yansıdığı gibi insanlar yaşamak için bir araca ihtiyaç duyarlar. Çünkü onlar için hayat, yaşanması gereken ve mutluluk veren bir yer olmaktan çıkmıştır. Mutlaka her insanın çabalaması gereken bir hedefi vardır. İnsanlar hedefler koymadan yaşamaya tahammül edemezler. Fakat bu hedefler, öylesine belirlendiğinden karakterlerin fikirleri çok hızlı ve çok keskin bir biçimde değişir. Bu sebeple her ne kadar roman Modernist bir eser olmasa da insanların mutsuzluğunun ele alınış şekli Modernizmi andırmaktadır. Kuntay, tabi ki Woolf gibi karakterlerin iç dünyalarına girmemiştir ama bu dönemde yaşamış bir yazarın neden böyle bir eser yazma gereği duyduğu anlaşılabilir. Tıpkı Woolf gibi Kuntay’ın da bu dönemlerden aldığı yaraları; tanıklık ettiği yaralıları vardır. Kim bilir belki de bu sebeple romanda pek çok karakter vardır…

Kaynakça

  • Alver, K. (2002). Üç İstanbul Romanı Üzerine Sosyolojik Okuma Denemesi. İlmî Araştırmalar, 15, 19-26.
  • Çakır, D. (2019). Üç İstanbul Romanındaki Mekânların Adnan’ın Kişiliğine Etkisinin İd, Ego ve Süperego Bağlamında İncelenmesi. Kültür Araştırmaları Dergisi, 1:2, 183-193. doi: 0000-0002-4099-0331
  • Göktürk, H. İ. (1987). Mithat Cemal Kuntay. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
  • Gündüz, O. (2007). Yakın Dönem Tarihsel Romanlarda Çatışma Alanları ve Tarihsel Romanların ‘‘Ulusal Kimlik’’ Edinmedeki Rolü. AÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi TAED, 35, 135-155.
  • Kuntay, M. C. (2020). Üç İstanbul. İstanbul: Oğlak Yayınları.
  • Özcan, N. (2014). Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul Romanında Tiplerin ve Dönemlerin Aynası Eşya. AÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi TAED, 52, 181-214.
  • Timur, T. (1991). Osmanlı- Türk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik. İstanbul: AFA Yayıncılık.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir