Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda Hastalık-Mekân-Aşk İlişkisi Üzerine İnceleme

Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu okuduğumuzda genzi dolduran hastane kokusunu, bekleme koridorlarının soğukluğunu hissetmemek olanaksızdır. On beş yaşındaki bir çocuk üzerinden anlatılan kemik veremi hastalığı, Peyami Safa’nın da çok çektiği bir hastalıktır ve psikolojik olarak yaşadıklarını bu romanda anlattığından, otobiyografik bir roman niteliğini taşır. Tek farkı hastalık Peyami Safa’nın sağ kolunda olmaktadır, romandaki hasta gencin ise rahatsızlığı bacağındandır.


Yazan: Çağla Salihoğlu

“‘İki hasta kadar birbirine yakın hiç kimse yoktur.’

                                                                                                     ‘Hasta olmayanlar bizi ne kadar az anlayacaklar!’” (Safa, 2019; 112.)

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanının yazarı Peyami Safa

Hastalık

Yaklaşık yedi yıl boyunca kemik vereminin vermiş olduğu sıkıntıyla hastaneden hastaneye gitmiş olan genç, bir gün bacağı için yeni bir ameliyatın gerektiğini öğrendiğinde bütün dünyası yıkılır. Hastalıkla mekânlara bakış açısının romanda her daim müşterek olduğu görülür. Çevreye/tabiata hastalık ve sıhhat zıtlığı içerisinde bakılır. Mekânlar bu bağlamda yansıtıcı bir işlev görürler. “Ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürdüm.” (Safa, 2019; 9). Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda yapılan tasvirlerle, çocuğun içinde bulunduğu psikolojik ve fizyolojik durumların anlatılması istenmiştir. Bu durum başkişinin ruhsal portresinin çizilmesine ve mekânların onun üzerindeki tesirinin gözlemlenmesine yardımcı olmuştur. Çocuk, oturduğu mahallesindeki evlerle dahi kendisini özdeşleştirmiştir. “Kenar mahalleler. Birbirine ufunetli adaleler gibi geçmiş, yaslanmış tahta evler. Her yağmurda, her küçük fırtınada sancılanan ve biraz daha eğrilip büğrülen bu evlerin önünden her geçişimde, çoğunun ayrı maceralarını takip ederdim. (…) ve hepsi hastadır, onları seviyorum; çünkü onlarda kendimi buluyorum…” (Safa, 2019; 15).

Peyami Safa, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Ötüken

Mekân ve Aşk

Mekân, başkişinin kimliğini yönlendiren ve duygu hâllerinin değişiminde rol oynayan bir işlevdedir. Gencin üzerinde, Erenköy’deki köşkte yaşayan Paşa akrabasının kızı Nüzhet’in tesiri büyük olmuştur. Hastaneler ve ev, gencin üzerinde olumsuzluğun, ümitsizliğin ve yoksulluğun hissedildiği bir tesir bırakırken Erenköy’deki bu köşk refahı, huzuru ve güzelliği simgeler. Ayrıca bu köşk, kendi sağlığı için de ümit verici olmuştur. Fakat bu köşkü ve etrafındaki tabiatı güzelleştiren Nüzhet’tir. Nüzhet’e aşkla bağlandığından etrafı da onun tesiriyle olumlu ve güzel görmektedir. Fakat çok geçmeden köşkte cereyan eden hadiseler onun yeniden içine kapanmasına vesile olmuştur. Nüzhet, Erenköy’den ve köşkten sıkılmıştır, kendisini isteyen Doktor Ragıp Bey’le evlenip Berlin’e gitmek istemektedir. Bu durum genci büyük bir hayal kırıklığına uğratır ve köşktekileri kendisine yabancı görmesine, kendi kabuğuna çekilmesine vesile olur. Bu sebeple bu mekân da artık başkişinin ruhunda tıpkı hastaneler gibi derin yaralar bırakıp yalnızlaştırır. “İstikbalime dair içimden fena işaretler almaya başladım. Üstüme devamlı bir melânkoli çöktü, her an susturan ve sarartan o derin elemlerden biri ki, beni kendi içimden de uzaklaştırıyor, ruhumu haritasını bilmediğim ıssız adalara götürüyor, beni kendi hudutlarımın dışına sürüyordu.” (Safa, 2019; 75). Aşkın verdiği bağlılıkla kendisinde bir sıhhat hissettiği vakit bu hadiselerin yaşanması hastalığını daha kötüye götürmüştür ve ameliyat tek çıkış noktası olmuştur.

Romanın sonunda gencin ameliyat sonrası hastaneden taburcu olacağı vakit geldiğinde söyledikleri, mekânların kendisinin üzerinde ne denli tesir bıraktığını gösterecek niteliktedir. Genç, hastaneden çıkıp dışarıda yaşamaktan korkar durumdadır. Çünkü hastanede alışmış olduğu ıstırap ve tevekkül, kendi ruhuna ait bir parça hâlini almıştır. Eğer hastaneden çıkarsa ruhundan bir parçanın kesilmesi gibi eksik kalacaktır. Fakat çıkmak zorundadır, büyük bir hastalık geçirmeyip her şeyi anladıklarını iddia eden insanların yanıldığının farkındadır. Ve daha kaldığı odasından çıkacağı vakit bir sonraki gelecek olan hastayı tanıyor gibidir. Çünkü insanların tek eşit olduğu yer hastanelerdir. Ve o robdöşambr içinde “ebediyen aynı insan bulunacak: Hasta.” (Safa, 2019; 112).

YARARLANILAN KAYNAKLAR
DEMİR Ahmet (2009) “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda Mekânın/Mekân Tasvirlerinin Başlıca İşlevleri, International Journal of Central Asian Studies, (13), s. 195-216.
SAFA Peyami (2019) Dokuzuncu Hariciye Koğuşu İstanbul: Ötüken.

Görseller: 1 2

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir