İpeksi kumaşın yumuşak hışırtısı ve yanan odunun sert çatırtıları, küçük özel odadaki sarı kağıtlı duvarlarda yankılanıyor. İki kadın önlerindeki gün için günlük giyinme rutinini gerçekleştirirken küçük oda tensel zevkler ile dolup taşıyor. Dünyevi ihtişam ve modadaki aşırılık arasında kalmış bir leydi, hizmetçisi tarafından destekleniyor. Böylesine büyüleyici bir zarafet, hafiflik ve çekicilik nadiren bir sanatçı tarafından yakalanabilir. Ancak François Boucher, eserinde böyle bir sahneyi hem kolay hem de başarılı bir şekilde yakalamıştır. Bu sahne; lüksün normal olduğu ve röntgenciliğin denendiği bir sahnedir. Süslenme tablosu, 18. yüzyıl Fransa’sında resmedilmiş, donmuş ve Madrid İspanya’daki Thyssen-Bornemisza Müzesi’nde gösterilmiştir.
François Boucher, 18. yüzyılın ortalarında Fransa’nın Rokoko tarzını yaratıp kendi çağını tanımladı. Fransa aristokrasisi ve kraliyet ailesi arasında en çok aranan sanatçı oldu. Ancak, Boucher’nin resimlerinin cazibesi Fransa’nın sınırlarını aşmıştı. Öyle bir uluslararası market vardı ki, Süslenme özel olarak bir diplomat tarafından sipariş edilmişti. İsveç’in Fransa Büyükelçisi Kont Karl Gustan Tessin, 1742’de Süslenme’yi İsveç’teki özel koleksiyonu için sipariş etti ve satın aldı.
François Boucher, sanatsal yükselişine ilk olarak ünlü Roma Ödülleri’ni (Prix de Rome) kazandığında başladı. Yükselen diğer birçok sanatçı gibi, İtalyan Rönesansı’nın ustalarını incelemek ve becerilerini geliştirmek için İtalya’ya gönderildi. Boucher, Venedik okulunun renklerine ve ışıltısına, özellikle Correggio ve Tiepolo’ya anında ilgi duymaya başladı. Bu Venedik coşkusu, Boucher’nin sonraki stilini güçlü bir şekilde etkiledi ve 1734’te prestijli Fransız Académie Royale de Peinture et de Sculpture (Kraliyet Resim ve Heykel Akademisi) kurumuna üye oldu. Bu değerli üyelik daha sonraları Boucher’yi, 1746’dan 1764’e kadar Kral XV. Louis’in metresi Madame de Pompadour’un koruması ve rehberliğinde aristokrat ve kraliyet himayesine götürdü.
François Boucher güzel kadınların ressamı olarak biliniyordu. Eserde iki kadın, pembemsi tenleri ve modaya uygun mavi-beyaz kıyafetleri ile resmin içinde yaşıyorlar. Elbisenin beyazı yüzlerindeki pudra ile allıklarının pembesi de kurdelelerin pembesi ile tamamlanıyor. Doğal ve yapay renklerin tümü, zarif bir sihir vizyonunda harmanlanıyor.
Resmin sol tarafında bir leydi, pembe jartiyerini beyaz çorabına bağlarken sandalyesinde oturuyor. Elbisenin fırfırlı etek ucu ile jartiyerin arasından gözüken solgun çıplak tenin bir parçası, leydinin büyüleyici kıvrımları ve narin uzuvlarına duyumsal bakışa davet ediyor. Güzelliği ve zarafeti, kendine güvenen duruşu ve rahat tavrı ile pekişiyor. Dişiliğinin rafine görüntüsünü kucaklıyor. Beyaz kollu sabah elbisesi tamamen giyinik olmadığını vurguluyor. Yarı çıplaklık hâli resme cinsel bir ilgi katıyor. Kıyafetinin cilvekâr fırfırları âdeta bir saklambaç oyunu oynuyor. Leydinin hem elbisesi hem de tutumu gençliğini ve şehvetli oyunculuğunu gösteriyor.
Resmin sağ tarafında ise bir hizmetçi sırtı dönük bir şekilde gözüküyor. Sol elinde bir şapka tutarken zarifçe sağa doğru eğiliyor. Bir hizmetçi olmasına rağmen elbisesi, hanımının elbisesine çok benziyor. Zengin katmanlı lüks kumaşlar ile süslenmiştir. Öyle ki ikisinin de nüfuzlu ve denk rütbeli hanımlar olduğu yanılgısına kolayca düşülebilir. Leydi, modaya uygun giyinmiş hizmetçisini bakışının sakinliği ile onaylıyor. Muhtemelen bunun nedeni hizmetçinin, hanımının verdiği eski elbiseleri giymesidir. İyi hizmetçilerin, işverenlerinin atılmış giysileri ile ödüllendirilmesi yaygın bir uygulamaydı.
Kadınları çevreleyen oda rahat sınıfa uygun bir odaydı. Demliğin içindeki Çin çayı, kadınların arkasındaki Çinli portatif paravan gibi pahalı ve ithal mallar, modaya uygun bir şekilde tedarik ediliyordu. Üretilmesi aşırı derecede pahalı bir renk olan ve hemen hemen her yere serpiştirilmiş olan sarı; duvarları, paravanı, aynayı ve sandalyelerin döşemesini süslüyor. Pembenin vurguları ise paravanın üzerinde, pembe kurdeleleri yansıtan en sağdaki koltukta ve kadınların allıklarında beliriyor. Odanın abartılı bir zenginliği var ama aynı zamanda mekânın samimiyetini ifade eden bir dağınıklık hâkim. Uygun bir kabul odası asla bu kadar hırpanî olamaz. Bu oda, resmî misafirlerin alınmadığı mahrem bir odadır. Şömine rafı mum, mektup, bir porselen kavanoz, bir kuş figürü ve aşağıya sallanan birkaç kurdele ile doludur. Ek olarak zemin, gelişigüzel olarak atılmış körük, fırça, yelpaze ile darmadağındır.
Bu düzensizliğe bir de yanlış yerde bulunan yün yumağı eklenir. Ocak siperinden sarkan mavi dikiş çantasından düşüp leydinin bacakları arasına yuvarlanmıştır. Bir kedi neşe içinde bu yumakla oynar ancak bu durum kelimeler üzerinde görsel bir oyun olabilir. Fransızcada dişi kedi, kadının vajinası için kullanılan bayağı bir argodur. François Boucher, leydinin bacaklarını açık bir şekilde çizerek bunu vurgulamaya çalışmış gibi gözüküyor. Zarif şıklığının altında gizli bir cinsel enerji gizleniyor.
François Boucher, Süslenme’de pek çok duygu, düşünce ve arzuyu yakalıyor. Kayıp bir dönemin samimiyetini ve mutluluğunu gösteriyor. Parisli elit tabakanın yaşamlarında bulunan lüks zevkleri tasvir ediyor. Modaya uygun bu iç mekân sahnesi; saadet, ev hayatı ve cinselliği ustaca bir araya getirmiştir. Yaşam dolu, tasasız, şehvetli ve şaşırtıcı. Duyguları kabartan ve kışkırtan Süslenme, 18. yüzyıl Fransız sanatının bir şaheseridir.