Hayatın Mevsim Üzerinden Öğretisi: İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar (2003), Kim Ki Duk

Güney Kore sinemasının tanınmasında büyük etkisi olan yönetmen Kim Ki Duk, 2003 yapımı “İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar” filmiyle izleyiciye dört mevsim üzerinden bir anlatım sunuyor. Yönetmenliğini ve senaryosunu üstlendiği bu filminde, aynı zamanda San Sebastian Festivali’nde “İzleyici Ödülü”, Locarno Uluslararası Film Festivali’nde “Don Quixote Ödülü”, “Netpac Ödülü”, “Genç Jüri Ödülü” başta olmak üzere birçok ödül almıştır.

Film, gölün ortasına kurulmuş yüzen bir Budist manastırında geçiyor. Yaşlı Budist keşişin, küçük çırağına hayatın anlamını öğretmesini anlatıyor. Filmde çırak keşişin hayatının her evresi mevsimler üzerinden anlatılıyor. Film 5 bölümden oluşuyor ve bu mevsimler arasında 10-20 yıl zaman geçirilerek keşiş ve çırağın hayatı anlatılıyor. Küçük keşişe hayatın öğretisi üzerinden yaşam dersi verilirken Budizm imge ve simgeleri de sıklıkla kullanılıyor. 1 saat 45 dakika süren filmde diyalog çok az kuruluyor.

İlkbahar ile başlıyor ilk bölüm. Çocuk keşişin doğayı keşfetmesi, yanlışları üzerine (hayvanlara işkence etmesi gibi) yaşlı keşişin ona hayat dersi vermesiyle ilerliyor. Yaz mevsimine geldiğimizde çocuk artık genç bir adam oluyor ve manastıra gelen hasta kıza âşık oluyor. Yaşlı keşiş bu durumu fark ediyor ve hasta kıza eğer iyileştiyse manastırda kalmasına gerek olmadığını söylüyor. Aşkı ve tutkusuyla yanan genç çocuk bunu kabul etmiyor. Keşişin burada çırağa söylediği söz, film boyunca beni en çok etkileyen ve üzerine düşündüğüm söz oldu.

“Tutku sahiplenmeyi, sahiplenmek ise öldürme isteğini doğurur.”

Yaz mevsiminin sonunda çocuğun kızla manastırdan çıktığını görüyoruz. Sonbaharda bir yetişkin haline gelen adamı, tutkusunun beraberinde getirdiği ve ona yaptırdığı kötülüklerden dolayı pişman olmuş halde görüyoruz. Hatalarının bedelini de iki dedektifin manastıra gelip onu alıp götürmesiyle ödüyor. Bu mevsimin sonunda da yaşlı keşiş Budist geleneklerine göre göz, kulak ve ağzını kağıtla kapatarak sandalın içinde kendini yakarak intihar ediyor.

Kış mevsimi geldiğinde çırak keşiş artık orta yaşa geliyor ve karlı bir günde manastıra dönüyor. Donmuş gölün üzerinde yürüyorken ustasının sandalını fark ediyor, buzları kırıyor. Kazdığı yerde ustasının dişlerine ulaşıyor ve o dişleri alıp Buddha heykelinin ağzına yerleştiriyor. Manastırda bir kitap buluyor ve bu kitapla her gün egzersiz ve meditasyon yapmaya başlıyor. Bir gün manastıra yüzünü örtüyle saklayan bir kadın kucağında bebeğiyle geliyor. Çocuğu bırakıp gitmek istiyor ancak kadın, gölün üzerinde donmuş bir deliğe düşerek boğuluyor. Sabah olunca orta yaşlı çırak gölde kadının cesedini fark ediyor

Sırtına taş bağlayarak, elinde bir Buddha heykeliyle dağa tırmanıyor. Tırmanırken de çocukken hayvanlara taş bağladığı yerlerden geçiyor, o zamanlar aklına geliyor. Dağın zirvesine geliyor ve orada küçücük gözüken göle ve manastıra bakıyor. Elindeki Buddha heykelini tam zirveye bırakıyor.

İlkbahar yeniden geliyor ve orta yaşlı keşişin artık usta bir Budist keşiş olduğunu görüyoruz. Kadının bıraktığı bebek de artık manastırda büyüyen Budizm öğrenen bir çırak oluyor. Bu çocuğun da tıpkı kendisi gibi hayvanlara eziyet etmekten zevk aldığını görüyoruz.

Film hayatın bir döngüsü niteliğinde adeta. Her şey o çocukla yeniden başlayacakmış gibi. İzlerken sakinliği ve dinginliği o kadar hissediyorsunuz ki yönetmenin bunu çok iyi yansıttığını düşünüyorum. Görsel manzaralarıyla ve yaşamın mevsimlerini çarpıcı şekilde yansıtmasıyla ruhunuzu doyuracak bir film.

Kaynak: http://filmloverss.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir