Hikmet’in Tehlikeli Oyunları

Oğuz Atay’ı okumak her zaman biraz yorucudur. Çünkü Atay, her zaman toplumumuzun âdet olduğu üzere “Tutunamayan” kimselerini anlatır. Onun yarattığı karakterler hepimizin yaşadığı hayal kırıklığının ürünleridir. Bu nedenle aslında okuduğumuz karakterler hep bizlerden bir parçadır. Yarattığı Selim ve Hikmet karakterlerini züppe olarak değerlendirmek de yanlış olmaz. Çünkü Tanzimat dönemi edebiyatımızla beraber hayatımıza giren züppe tipler sosyal hayatımızın değişimi ile birlikte değişim ve gelişim gösterip tip özelliklerini bırakıp karakter halini alır. Ahmet Mithat Efendi ile okuduğumuz Felatun Bey daha sonrasında Recaizade’nin Bihruz Bey’ine dönüşür. Servet-i Fünun döneminde bu züppe karşımıza Behlül olarak çıkar ve sonrasında ise Cumhuriyet döneminde artık Selim ve Hikmet karakterlerinde bu züppe tiplerinin etkisinde olduğunu görürüz.

“…Oğuz Atay’ın eserlerinin bir nevi kaynağı durumunda olan eser, “Tutunamayanlar” ve yazarın burada yarattığı Selim Işık, Turgut Özben gibi topluma kendilerine yabancılaşmış kahramanlar, onun diğer eserlerinin de kahramanı olur. “ Tutunamayanlar ”da Selim Işık, “ Tehlikeli Oyunlar ”da Hikmet Benol, düşünmekten yazmaya fırsat bulamamış, ‘hayat bilgisinden’ yoksun, bu yüzden de zihinlerindeki doğrularla birlikte evde kalmış, çocuk kalmış kişilerdir…” (Şahin, 2003, s. 146)

Aslında bakıldığı zaman Tehlikeli Oyunlar, Tutunamayanlar’a göre daha derli toplu bir romandır. Tutunamayanlar’ın bazı kısımları (şahsi fikrim) gereksiz uzatılmıştır. Aynı zamanda bağlantılı romanlardır da. Şahıs kadrosu devam niteliği taşır gibidir. Hatta sanki bazı karakterler ufak değişimler dışında aynıdır. Zaten Atay’ın derdi yalnız kalmış aydın bireyi anlatmaktır. Bu sebeple karakterlerin benzerlikleri için şaşırmamak lazım.

“…Atay’ın hikayelerinin genel konusu yukarıda da söz edildiği gibi topluma yabancılaşmış kahramanlar oluşturur. Bu nedenle eserlerinde konudan ve olaydan çok şahıs kadrosu ön plana çıkar. Denilebilir ki onun eserlerinin temel malzemesi şahıslar ve onların ruh durumudur. Bu nedenle ‘Oğuz Atay’, insan ve toplum hakkındaki fikirleri bakımından ‘varoluşçu’ yazarlarla aynı çizgidedir…” (Şahin, 2003, s. 147)

Hikmet’i bir züppe olarak nitelememedeki en önemli sebeplerden biri zayıf psikolojik yapısı ve intihar ederek yaşamına kendi isteği ile son vermesidir. Bu züppe tiplerde görmeye alışkın olduğumuz bir durumdur. Kaçmak, intihar onların kurtuluşu gibidir. Az da olsa Halit Ziya Uşaklıgil’in Mai ve Siyah isimli romanında baş karakter olan Ahmet Cemil’in de izleri Hikmet karakterlerinde görülür. İntiharı tercih edişi Hikmet’in zayıf psikolojisinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca akıl sağlığının yerinde olmama durumu da burada göz ardı edilmemeli. Albay karakterinin gerçekliğinin muamma oluşu burada örnek verilebilir.

“…Hikmet, amacı bu olmasa da kendisi ile arasındaki mesafeyi azaltarak Türk aydınının en büyük sorunsallarından biri olan yabancılaşmanın da bir şekilde önüne geçebilmiştir. Fakat yaşadığı ikilemler, sıkıntılar, sancılar neticesinde Hikmet, intihar etmiştir. Atay’ın, ilk romanı Tutunamayanlar’da aydın bir karakter olan Selim de intihar etmiştir. Bununla, Atay’ı dönem aydınlarının mutsuz ve yaralı bilinçlere sahip olduklarının altını çizer. Atay’ın aydınları, yaşadıkları toplumla aidiyetlerinin ve bağlarının da zayıf olmasından ötürü ölümü tercih etmişlerdir…” (DEMİR, 2015, s. 93)

Biraz Hikmet karakteri üzerine yoğunlaşıp tespitlerimi aktarmak istiyorum. Tutunamayanlar romanının arayış içerisindeki Selim karakteri gibi Hikmet de benliğini, kimliğini yani aslında yaşadığı hayatı sorgular. Hikmet’in gecekonduya geçmeden evvel ki yaşamı aslında “küçük burjuva” yaşantısı olarak adlandırılabilir. Eşi Sevgi’den ayrıldıktan sonra bu sevmediği burjuva yaşantısına da elveda der. Hikmet önceki ve sonraki yaşamını kesin çizgilerle ayırır. Önceki yaşamını toplumun oluşturduğunu düşünür. Atay da bu karakter yardımıyla başkalarının biçtiği rolleri reddetmeyi aşılar okuyucuya.

“…Hikmet Benol aynı yolun yolcusu. Adından belli. Oğuz Atay’a “Tutunamayanlar” ı uzatıyor Hikmet’in “Tehlikeli Oyunlar” ı anlatarak. İsa simgeseli billurlaşıyor. Hikmet Benol-Hüsamettin Tambay-Nurhayat Hanım: İşte kutsal üçgen. Hepsi birer…-cık: İsacık, Meryemcik, Tanrıcık. Hikmet Benol, imgelemini bir cehennem tiyatrosuna çeviriyor. Adının anlamının tersine doğru kayıyor hızla. Sevgi’yle yaşarken sevgisiz. Bilge’yle yaşarken bilgisiz. Parça parça olan bir benlik; toparlanamıyor. Yorgun ve yılgın ruh. Pencereyi açıyor son kez. Ölümün kucağına atlıyor…” (DEMİRALP, 1978)

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar adlı romanında yer alan bu mitolojik şahısların kullanımı durumu Tehlikeli Oyunlar romanında da devam ediyor. Atay’ın bu alegorik anlatımı metni ilgi çekici kılıyor.

“…Tutunamayanlar’da olduğu gibi Tehlikeli Oyunlar’ da da İsa ve Hıristiyanlık mitlerine yer verilmiştir. Hikmet’in kendisini çektiği gecekonduda birlikte yaşadığı kişiler: Albay Hüsamettin Tambay ve dul kadın Nurhayat İyicel teslisin yani kutsal üçlemenin iki ayağını oluşturur (Atay, 2013b:452). Üçüncü ayak ise Hikmet’in kendisidir. Albay Hüsamettin Tambay, kutsal üçleme simgesinin tanrısıdır. Onun bir albay oluşu, tanrının buyurgan kimliğine uygun bir özelliktir. Dul kadın Nurhayat ise Hıristiyanlık mitindeki mistik sacayağının bileşenlerinden biri olan Meryem Ana’yı çağrıştırır. Hikmet ise “bilgelik, felsefe, gizli neden ve tanrının insanlarca anlaşılmayan amacı” gibi anlamları barındıran adıyla İsa-Mesih rolündedir (Ecevit, 2011:347)[1]…” (DEMİR, 2015, s. 89)

Aslında eser dönemi içerisinde yer alan birçok sosyal yani gündelik konuya ironik bir dil kullanımıyla eleştiriler getirir. Bu hem Oğuz Atay’ın yazar kimliğinden yani kullandığı üslup ve dilden kaynaklanır hem de Postmodernizm akımının bir getirisidir. Denildiği gibi Atay için önemli olan bireydir. Olay ve olay içerisinde yaşanana durumlardan çok bulunan karakterlerin hatta en çok da yalnız kalmış karamsar aydın karakterlerin ne tepki vereceğini önemser. Burjuva yaşantısına karşı duruşunun en büyük sebebi bireyin kendisini gerçekleştirmesinde bu yaşantıyı bir engel olarak görmesi yatar.

Bu topluma karşı bir başkaldırı olarak yorumlansa hiç de yanlış olmaz sanıyorum. Çünkü toplumun bize dayattığı belli kurallar vardır. Atay bu kuralların karşısında bir duruş sergiler. Karakterleri bu kurallar karşısında bunalmış bireylerdir. Hatta devlet kavramına dair eleştiriler de bulunur.

“…Türkiye tarihine bakıldığında Osmanlı’dan alınan miras ile devlet transandans (aşkın), bir nitelik taşır (Çaha, 2007)[2] . Bu gelenek neticesinde sivil bilinç ve birey algısı Türk toplumunda gelişememiştir. Asıl olan şey her zaman “devlet bekası” olmuştur. Atay romanlarında da bu durumun eleştirisi gözden kaçmaz. Atay günlükte ironik bir dille “bireye ne oluyor eğer bir şey yapılacaksa bu mutlak suretle devlet eliyle yapılmalıdır” der (Atay, 2013: 92)[3]. Bu düşüncesi tek parti döneminin Ankara valisi Nevzat TANDOĞAN’ ın solcu bir gence “Bu memlekette komünistlik gerekirse onu da biz getiririz. Sana ne oluyor?” çıkışıyla örneklendirilir (Atay, 2013: 90)[4]” (DEMİR, 2015, s. 88)

Atay’ın yarattığı karakterlerin neredeyse hepsi yalnızdır. Yalnızlık bu karakterleri şiddete eğilimli bireyler hâline getirir. Hikmet çevresi tarafından hor görülen ve sürekli saldırıya uğrayan bir karakterdir. Günlük’ te Hikmet’e dair birkaç özellik şu şekilde yer alır:

“… Kimse adama acımayacak. Her zaman başkalarından üstün olmalarının acısını yaşamış ve başını kaldırmadıkça küçümseyici bir hor görüşle izin verilmiş nefes almasına. Bu adam kendi yaptıklarını da aşağılını da unutmamış, unutamamıştır…” (Atay, 2013, s. 8)

“…Adam kendisini çok didikliyor ve her yıkılışında, daha önceden yalnız kendisinin bildiği küçük hesaplardan, küçük günahlardan dolayı bu yıkılışın olduğuna inanıyor…” (Atay, 2013, s. 10)

“…Hikmet’in yaşantısının en önemli noktalarından biri başkalarından çok şey beklemesi, ümit etmesi ve devamlı gerçek dışı hayaller kurması başkaları için ve sonunda devamlı bozulması ve bu kendine yaptığı baskı ve kurduğu fanteziler yüzünden, karşısındakileri yaşadığı sırada değerlendiremez…” (Atay, 2013, s. 22)

Metin içerisinde birden fazla Hikmet vardır. Romanın bir bölümünde bunu okuruz da hatta. Bu tabi ki postmodernizm akımının bölünmüş zihin yapısını destekleyen bir durum. Bunun yanında zaten Hikmet’in akıl salığı sorunları da olabilir. Örneğin konuştuğu Albay Hüsamettin Tambay gerçek mi? Yoksa değil mi? Bunun metin içerisinde net bir cevabı asla yok. Albay öncelikle disiplini temsil eder. Hikmet ele avuca sığmayan bir karakter olarak çıkar karşımıza. Bu zıt karakterler aynı zamanda bir ironi de oluşturur. Bir başka bakış açısıyla değerlendirmek gerekirse Albay karakteri Milli edebiyat olarak da düşünülebilir. Hikmet ise romanımızın da etkisi altında kaldığı postmodernizm akımıdır. Yani Postmodern bir metindir. Oyun kavramının kullanılmasının önemi ise bu kavram ile toplumun bize biçtiği rollere tepki göstermektir. Bize sürekli “-mış” gibi yapmak düşer. Romanda “oyuna gelmeyin” deyimi çok sık kullanılır. Hikmet’in sinirlendiği anlarda “Burada oyun oynamıyoruz” diye tepki göstermesi de yine bu akımın etkisi altında olduğunu gösterir.

“…Gecekondu Hikmet’in kendine dönüp oyunlar yazdığı ve yazdığı bu oyunları üst komşusu “albay” yani Hüsamettin Tambay ile tartıştığı yerdir. Albayın gerçekten varlığı ya da şizofrenik bir aklın ürünü olup olmadığı roman boyunca soru işaretini korur…” (DEMİR, 2015, s. 89)

Hikmet veya Hikmetler için araştırma yaparken gördüğüm en iyi tespitlerden biri sanıyorum ki şu idi:

“…Bu Hikmet’ lerden bir tanesi, bilinçaltı çocukluk hatıralarıyla dolu olan kişidir, diğeri sadık bir burjuva rolü oynayan evli bir adamdır, bir diğeri mantığın sembolü olan Bilge’nin sevgilisidir. Üçüncü Hikmet patolojik bir kişiliği temsil ederken, dördüncü Hikmet dürtüleri doğrultusunda hareket eden bir kişiliği oynar. Tüm Hikmet’ler ya bir diğerinin devamı ya da karşıtıdır. Hikmet, sosyal baskılar altında kaybolmuş ve kişiliğini aramaya çıkmış bir figürdür…” (LORASDAĞI & İNCE, 2014, s. 79)

Atay’ın tutunamayan karakterlerinin neredeyse tamamı alt sınıf ekonomiye mensup insanlardır. Zengin değildirler. Aslen onun tutunamayan bireylerini anlamak ve benimsemek için her vakit Türk aydının sorunlarını da benimsemek gerekir. Türk aydının düştüğü zorluğu anlamayan kimse Hikmet Benol ’u, onun neden intiharı seçtiğini, kendisini neden bir gecekonduya kapattığını da anlayamaz. Kitapta çok ilgimi çeken ve her cümlesine neredeyse “bu durum hala bu şekilde” diye tepki verdiğim kısım “Nihayet insanlık da öldü…” (Atay, Tehlikeli Oyunlar, 2020, s. 255) şeklinde başlayan (11. Bölüm) bölümdü. Hikmet’in insanlıktan kestiği umudunu en net şekilde bu kısımda görüyoruz. İnsan ilişkilerinin ne denli sahte ve manasız olduğunu her bir cümlesinde çok açık bir biçimde anlıyoruz. Sonunda da Hikmet’in ölerek ölümsüzleşmek istemesi bu yozlaşmanın bir sonucudur.

ALINTILAR:

“…Benim şehrimde duvarlara dokununca, tozlu bir beyazlık bulaşır insanın eline, kuru bir beyazlık; insanın burnunu tıkayan bir hışırtı duyulur…” (Atay, Tehlikeli Oyunlar, 2020, s. 20)

“…Bu ülkede çocuklara yer yok. Başka ülkelerde varmış, her tarafı yeşil ülkelerde. Biz sabırsızlıkla çocukların büyümelerini bekliyoruz. Onların kafalarına vuruyoruz, adam olmaları için. Seniyezitseni olarak görüyoruz onları. Kafalarını traş ediyoruz çabuk büyüsünler diye. Benim içimdeki çocuk büyümedi. (Yirmiüçnisanda onu da bir saatlik başbakan yapsalardı belki büyürdü. Hayır, büyümezdi.)yıllardır taşıyorum içimdeki çocuğu, yaşayamadığı için büyümedi hiç, amcası…” (Atay, Tehlikeli Oyunlar, 2020, s. 114)

“… ‘Sıkıntım da benimle birlikte ihtiyarlıyor,’ diyordu. “Eskiden oldukça canlı ve neşeli bir sıkıntıydı: şimdi, benim gibi aksi, çekilmez ve gittikçe hiçbir şeyi beğenmez oldu…” (Atay, Tehlikeli Oyunlar, 2020, s. 186)

“…Zaman her şeyi hallediyor, diye düşünüyordu. Beni hor görenler zamanla ayıklandı; benden üstün olduklarını düşündüğüm insanlar zamanla yere vuruldu. Nasıl olacak yarabbim? O gün gelince yapacağım? Diye titredim ve böyle anlar da gelip geçti. Küçük zamanlar birikti, büyük şeyleri ezip geçti. Bu baskılara, bu sertliğe dayanamam, diyordum; zamanla her şey yumuşadı. Düşünceler insanın canını acıtmıyor; biraz sersemletiyor o kadar. Şiddet değil, süreklilik insanı yıkıyor…” (Atay, Tehlikeli Oyunlar, 2020, s. 448)

KAYNAKÇA:

Atay, O. (2013). Günlük. İstanbul: İletişim.

Atay, O. (2020). Tehlikeli Oyunlar. İstanbul: İletişim.

DEMİR, R. (2015, Eylül). Oğuz Atay Romanlarında Aydın Problemi. Yüksek Lisans Tezi. Afyonkarahisar: Afyon Kocatepe Üniversitesi.

DEMİRALP, O. (1978, Ekim). Oğuz Atay’ı Değerlendirmek Yolunda. Oluşum(12).

LORASDAĞIı, B. K., & İNCE, H. O. (2014). Marjinalleikten Non-Konformizme Oğuz Atay Dünyası. Doğu-Batı(37), 63-88.

Şahin, S. (2003, Şubat). “Tutunamayan, Tehlikeli Oyunlarla Yaşayan” Bir Hikayeci: Oğuz Atay. Hece(73).


[1] ECEVİT, Yıldız. Ben Buradayım: Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası. İstanbul: İletişim, 2011.
[2] ÇAHA, Ömer. Aşkın Devletten Sivil Topluma. İstanbul: Plato Yayınları, 2007.
[3] ATAY, Oğuz. Günlük. İstanbul: İletişim Yayınları, 2013.
[4] ATAY, Oğuz. Günlük. İstanbul: İletişim Yayınları, 2013.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir