Kadınlık Bilincinde Sevgi Soysal: “Tante Rosa” ve “Barış Adlı Çocuk”ta Toplumsal Cinsiyet

Tante Rosa bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır.” diyor, Sevgi Soysal. Yaşamın kurallarına ve sınırlamalarına başkaldıran, ancak hapsolduğu kadınlığına hep yenilmek zorunda kalandır, kısacası tüm kadınlardır Tante Rosa…

Türk edebiyatının en seçkin yazarlarından biri olan ve özellikle de kadın temasıyla öne çıkan Sevgi Soysal gerek işlediği temalarla gerekse bunu dile getiriş tarzıyla kendisinden söz ettirmiş bir isimdir. Yer yer toplumsal yer yer bireysel temaların işlendiği yapıtlarında bunalım, yalnızlık, sıkıntı gibi izleklere yer verse de ana tema genel olarak “kadın” kimliği üzerine kuruludur. Soysal, her ne kadar kadın kimliği üzerinde durarak ataerkil bir düzen içinde sıkışan, hapsolan kadınların sorununa değinse de yarattığı erkek karakterler üzerinden de eril sistem altında ezilen kadın veya erkek bireylerin sorununa yer vermiştir. Toplumun erkek egemen değerlerini eleştirmiş ve bu doğrultuda süregelen bir dünya görüşüne kafa tutmuştur. Nitekim “kadın” temasını pervasızca ele alan yazarın kadın kimliğine ve kadının sosyal haklarına verdiği önem hem edebî profilinden hem de toplumsal eşitsizliklere karşı olan genel tavrından açıkça bellidir. Bu bağlamda onun hikâye ve romanlarını feminist bir bakış açısıyla kaleme aldığını söylemek mümkündür.

Sevgi Soysal

Türkiye’de ikinci dalga feminist hareketi 1980’li yıllarda ivme kazansa da bunun edebiyata yansıması 80’li yılları bekleyememiştir. Birinci dalga kadın hareketiyle ikinci dalga kadın hareketi arasında bir suskunluk dönemi yaşanmış ancak edebiyat aracılığıyla bu suskunluğa bir son verilmek istenmiştir. Sokaklara dökülen herhangi bir hamle olmasa dahi satırlarla dökülen hamleyle edebiyat özellikle de kadın yazarlar için mevcut sisteme başkaldırı aracı haline gelmiştir. Nezihe Meriç, Adalet Ağaoğlu, Tezer Özlü, Leylâ Erbil, Sevim Burak, Füruzan ve tabi ki Sevgi Soysal bu isimlerdendir.

Özellikle Sevgi Soysal hemen hemen bütün eserlerinde ataerkil sistem tarafından kadına biçilen rolleri eleştirmiş, birey olarak toplumda var olmaya çalışan kadının problemlerine değinmiştir. TRT Ankara Radyosu’nda düzenlediği “Venüslü Kadınlar” adlı programda kadın hakları üzerinde durmuş, Yürümek’ in Elâ’sı, Şafak’ın Oya’sı, Tutkulu Perçem’deki öykülerin kadın kahramanları, Barış Adlı Çocuk’taki eril sisteme hapsolan kadın, erkek bireyler ve Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nda “kadın” temasını işleyiş şekliyle toplumsal cinsiyet açısından dikkate değer eserler vermiştir.

Bu yazıda üzerinde duracağım Tante Rosa toplumsal kuralların ve ataerkil sistemin dışına çıkan kadın karakteriyle oldukça ses getirmiştir. Barış Adlı Çocuk  ise ataerkil sistemin ve toplum baskılarının yalnızca kadın bireyler üzerinde değil erkek bireyler üzerinde de yaratmış olduğu etkiyi göstermesi açısından dikkate değerdir.

Öncelikle Tante Rosa’ya değinecek olursak kasabalı bir kadın olan Rosa’nın hayatından kesitler sunulan eser esasen kadınlık sorunu çevresinde dönmektedir. Sevgi Soysal, Rosa karakteriyle yaşamın kurallarına, sınırlamalarına, toplumsal değer yargılarına başkaldırarak, içinden gelen dürtüler doğrultusunda hareket eden bir kadın yaratmıştır.  Bu sebeple kadın öznelliğine vurgu yapan Tante Rosa Vedat Günyol’un dediği üzere Türk edebiyatında “yeni bir kadın tipi” olarak karşımıza çıkmakta, yazarın deyişiyle ise “bütün kadınca bilmeyişlerin adı” olmaktadır. Rosa ataerkil sisteme bireysel bir başkaldırı sergilerken, kendisine dayatılan rollere de  karşı çıkmıştır. Rosa’nın bu karşı duruş niteliğindeki tavrı adeta bir ekonomik ve cinsel özgürlük kazanma mücadelesidir. Çünkü “Tante Rosa; iş aramak demektir. Âşık ve koca aramak demektir. […] yaşamak zorunda olmak, sürdürmek, ısrar etmek. Bu Tante Rosa demektir.” (S. 66).

Sevgi Soysal; Rosa karakteriyle kadın olmayı toplumsal normlarla baskılanma, belirli bir konuma ve kimliğe hapsolma, sıkışmışlık,  özgürce hareket edememe ve ekonomik özgürlüğe sahip olamama sorunlarıyla irdeler. Nitekim Rosa karakterinin yazarın hayatından da izler taşıdığı bilinir. Tante Rosa; Sevgi Soysal’ın, teyzesinin ve anneannesinin; bu üçünün nezdinde ise tüm kadınların cinsel kimliklerinden doğan sorunlara değinir. Özellikle de Soysal’ın Rosel isimli teyzesinin kişiliğinden kesitler sunulan bu yapıtta yazarın kendisi dahil olmak üzere üç kadının hayatı ve kadınlık problemleri sentezlenmiş, böylece dünya üzerinde bulunan tüm kadınlara ithafen kadın olmanın beraberinde getirdiği  sorunlar gün yüzüne çıkarılmıştır.

İçerisinde on dört bölüm bulunan eserde Rosa’nın hayatından bazı kesitler sunulur ve her bir bölümde Rosa’nın yeni bir maceraya atıldığı görülür. Esasında Rosa çıktığı bu yeni yolcukların  hemen hemen hepsinde aynı zamanda normatif olanın da dışına çıkar. Ancak sürekli yenilir. Peki neden kaynaklanır Rosa’nın bu yenilgisi? Toplum kurallarının dışına çıkacak cesareti gösteren bu cesur kadın  neden sürekli yenilmeye mahkumdur? İşte tüm bu soruların cevabı Rosa’da saklıdır, Rosa’nın kadın oluşunda saklıdır. Kadındır nihayetinde, Rosa’dır o.

“Ah işte Rosa, hiçbir sınava yalnız girmeyi beceremeyen Rosa. Her şeyi birbirine karıştıran Rosa, hiçbir şeyin gerçek adını öğrenemeden yaşlanan Rosa, kadın  Rosa, aptal Rosa…” (s.87).

Rosa yaşamı boyunca pek çok evlilik yapar ancak hepsinde başarısız olur, tıpkı girdiği her işte olduğu gibi. Yaptığı evliliklerin hepsinde mutsuz olmuş, hiçbirisinde aradığı sevgiyi bulamamıştır. Yaşamını idame ettirebilmek için girdiği işlerde ise başarıya ulaşamamış ve sürekli iş değiştirmiştir. Ancak buna rağmen ataerkil toplum düzenin kendisine biçtiği rollere karşı çıkmaya, toplumsal kurallara  başkaldırmaya devam etmiş, çoğu zaman toplum içerisinde aykırı sayılabilecek davranışlarda bulunmuş ve normatif olanın dışına çıkmıştır. Bunu yaparken de  ataerkil sistemin kadına biçtiği rollerden kurtularak, kabuğunu kırmayı amaçlamıştır. Başarmıştır da bunu Rosa.  Her ne kadar girdiği tüm işler ve yaptığı evlilikler olumsuz sonuçlansa  da normları yıkmayı başarabilmiştir. Hans’la olan evliliğinden üç çocuğu olmuş ancak bunu umursamadan kocasını ve çocuklarını bırakıp gitmiştir. Çünkü Rosa’nın evliliği çocuklara bakmak, Pazar günleri düzenli olarak kaz kızartmak, elmalı pasta ve kahve yapmak, kocasıyla istemeden cinsel ilişkiye girmekten ibarettir. Rosa kendisine biçilen tüm bu rollerden çok sıkılmış  ve sonunda bu yaşamı terk etmiştir. Burada ise asıl önemli olan Rosa’nın annelik rolünü umursamayışıdır. Bilindiği üzere ataerkil toplumlarda kadına biçilen en önemli rol eş ve annelik görevleridir. Oysa Rosa kadın kimliği ve annelik rolünün özdeşleşmesini dikkate almamaktadır. Zaten Hans’la olan evliliği de ataerkil toplum yapısının dayatmasından ötürüdür. Rosa, “ ‘namusu kirlenmiş’ bir aile kızı olmamak, zavallı bir piç kurusu doğurmamak için” (s. 28) Hans’la evlenmek zorunda kalmıştır. Ancak  o daha çocuk yaştan itibaren erkeğin egemenliğini içselleştirerek kendisine biçilen rolleri kabul eden kadınlara benzemek istemez ve sonunda bu hayatı terk eder. İşte o andan itibaren Rosa’nın yaşamında ataerkil sistemin kendi benliğini ve cinsel özgürlüğünü kısıtlayan dayatmaları neredeyse hiç görülmez ve Rosa kendi bireysel arzuları doğrultusunda hareket etmeye başlar.

Benzer bir durum Barış Adlı Çocuk’taki “Hanife” adlı öykünün aynı isimli baş kahramanında da görülür. Bu hikâye Tante Rosa’dan farklı olarak kırsalda geçse de Hanife de tıpkı Rosa gibi ataerkil sisteme ve bu sistemin kendisine dayattığı “namus” kavramına karşı bir direniş göstermektedir. Öyküde köylü bir kadın olan Hanife’nin, yakınları tarafından şiddet uygulanarak “namus” cinayetine kurban gitmesi anlatılır. Ancak Hanife’nin sergilediği dik duruş son derece önemlidir. Hanife, çocukluğundan beri Hasan’ı sevmektedir. Onunla birlikte olmak isteyen Hasan ise ona bunun karşılığında beşibirlik altın verir. Böylece erkeğe adeta bir “mal” gibi satılan kadın bedeni metalaştırılmıştır. Hanife bunun bilincinde değildir. Hatta Hasan’ın ona verdiği altını sevinçle boynuna taktığı görülür. Böylece farkında olmadan ataerkil sisteme hizmet etmiştir. Ancak daha sonra Hasan’la birlikte olmak istememiş ve ona karşı koymaya çalışmıştır. Hasan ise onu dinlemeyerek önce şiddet uygulamış, daha sonra Hanife’yi istemediği bir cinsel ilişkiye zorlamıştır. Hanife’nin bedeninin cinsel bir obje olarak görülmesi ve erkeğe para karşılığında satılmasının yanı sıra istemediği bir ilişkiye zorlanması toplumsal cinsiyet ve kadın hakları açısından son derece önemlidir. Normal şartlar altında Hanife’nin bu durumu ailesiyle paylaşması ve ailesinin ona destek olması gerekirken o, çektiği acılara rağmen annesinin durumu anlamaması için elinden geleni yapmaktadır. Zira Hanife’nin ailesi geleneksel tabuların kabul görüldüğü ve eril sistemin hakim olduğu bir ailedir. Annesi dahi kadın olmasına rağmen bunun bilincinde değildir ve erkek egemen düzene hizmet etmektedir.

Hanife Hasan tarafından hırpalanmasının yanı sıra abisi tarafından da şiddet görmüştür. Bu noktada ise  Hanife’nin dik bir duruş sergileyerek eril tahakküme karşı çıktığı görülür. Abisinin ona sorduğu suallere yanıt vermemiş ve ona boyun eğmemiştir. En sonunda ise yaşadığı evi terk etmiştir. Hatta toplumun kendisine dayattığı namus baskısından kurtularak Almanya’ya gittiği ve çalışıp kendi ayakları üzerinde durduğu başarılı bir gelecek hayali kurar. Hanife bu durum karşısında dik durarak, düzene baş kaldırırken kız kardeşi Hacer tam tersi bir tutum sergiler. O, Hanife’nin aksine eril zihniyete hapsolmuş ve erkek karşısındaki hiçliğini kabul etmiştir. Böylece Sevgi Soysal bir yandan erkek egemenliğine başkaldıran bir karakter yaratırken bir yandan da bu sisteme boyun eğen kadın karakterlere yer vermiştir.

Bu öyküde diğer bir dikkate değer nokta ise ataerkil toplum düzenin yalnızca kadın bireyler üzerinde oluşturduğu baskıyı değil erkek bireyler üzerindeki etkisini de göstermesidir. Zira babası ve abisi Hanife’yi öldürmüş ancak bunu kendi istekleri doğrultusunda değil toplumun “namus” kavramı karşısında oluşturduğu baskıdan kurtulmak için yapmışlardır. Köylüler Hanife’nin abisi Ahmet ve babası Ali’nin öncelikle kendi namuslarını “temizlemesi” gerektiğini söylemektedir. Köylü, Ahmet üzerinde o kadar çok baskı kurmuştur ki Ahmet’in geceleri uykusu kaçmaya başlamıştır.

“Düşüm neyim hep kanlı gayri, bu namus gibi yok, gece oldu muydu, yum gözünü uyuyabilirsen uyu…” (s.58).

Hanife’nin nişanlısı Mustafa ise Hanife’yi idare edemediği için alaya alınmış ve erkekliği sorgulanmaya başlamıştır. Hanife’nin muhtar olmak isteyen babası da kızının adının çıkmasından dolayı muhtar olamayacağını anlamıştır. Zira Hanife’nin evine gidenler muhtarın kızına gidiyoruz diyeceklerdir.

Görüldüğü üzere Hanife’yi öldüren bu üç erkek kendilerine dayatılan baskıdan kurtulmak istemiştir. Oldukça zayıf karakterlere sahiplerdir. Nitekim Hanife’yi kendi arzularından ötürü değil toplumun bir dayatması sonucu öldürmüşlerdir. Böylece namuslarına sürülen lekeyi “temizlemişler” ve köylüler tarafından sorgulanan erkekliklerini kanıtlamışlardır. Hanife ise bu ölüm karşısında dahi dik duruşunu korumaya devam ederek, güçlü bir kadın figürü çizmiştir. Son ana kadar bu üç erkeğin kendisini öldürmeyeceğini, o kadar cesaretli olmadığını düşünmüştür. Ölüm anında dahi ne onlara karşı koymaya çalışmış ne de tepinmiştir. Yalnızca yere tükürerek “bu hepinize” demiş ve  “Herkes Hanife’ye gurban olsun!” sözünü yinelemiştir.

Barış Adlı Çocuk’ta yer alan “Yapı” ve “Ayı Boyamak” adlı öyküler de ataerkil sistemin erkek bireyler üzerinde oluşturduğu baskıyı göstermesi açısından önemlidir. Öykülerin ana kahramanı olan Hasan Özçakar özellikle “Ay’ı Boyamak” öyküsünde bir işe yaramak, toplum içerisinde önem verilen, saygı duyulan birisi haline gelmek için, daha doğrusu “adam” olmak için çabalamaktadır. Özçakar boya işinden anlamadığı halde toplumda erkek kimliğiyle var olabilmek ve kendisini kabul ettirebilmek için Kızılay binasının  tepesindeki  ayı boyama işini alır. Üstelik bunu çok cüzî bir miktar karşılığında yapar. Çünkü özellikle de o dönemde Kızılay binasının ayını boyamak bir “erkek işidir”. Kızılay binası da erkliği ve iktidarı temsil etmektedir. Böylece Hasan Özçakar bu işi yaparak toplum içerisinde erkek kimliğiyle var olacak ve kendini kanıtlayabilecektir.

Aynı karakterin benzer bir şekilde “Yapı” öyküsünde de bir şeyler yaparak var olmaya çalıştığını görürüz. Nitekim Hasan Özçakar bir erkek olarak yine kendini gerçekleştirmeye çalışır ancak başarılı olamaz. Böylece yazar, toplumsal bir eleştiri yaparak eril bir sistem tarafından esir alınan erkek bireyin sorunlarına değinmiş olur. Nitekim bu durum toplum tarafından cinsel kimliklere sunulan dayatmaları kabul eden ve bu kalıplara uymaya çalışan kişilerin sonunda mutlu olamayacağını göstermektedir. Zira “Ay’ı Boyamak” öyküsünün Hasan Özçakar’ı da kendini kabul ettirebilmek için giriştiği bu işe sonunda tutsak olmuş ve umduğunu bulamamıştır. Hasan Özçakar’ın birey olarak var olabilmek ve toplum tarafından kendisine biçilen erkeklik rollerini gerçekleştirebilmek için Ay’ı boyamak istemesi de bir hayli ironiktir. Böylece yazar bu ironik anlatıda ataerkil bir toplum düzeninde cinsel kimliklere biçilen rollerin erkeği de tıpkı kadın gibi esir aldığını göstermiştir.

Barış Adlı Çocuk’un toplumsal cinsiyet bağlamında önemli olan bir diğer öyküsü ise “Delikli Nazarlık“tır. Bu öyküde ataerkil toplumlarda erkek çocukların ne denli yüceltildiğini görmek mümkündür. Öykünün başkahramanı olan Necip erkek bir çocuk olarak dünyaya geldiği ve İzzet Efendi’nin oğlu olduğu için kendisine adeta bir kutsiyet atfedilmiş ve daha bebeklikten itibaren yerlere göklere sığdırılamayarak erkekliği yüceltilmiştir. Doğumundan itibaren herkes onun etrafında dönmektedir. Özellikle de İzzet Efendi’nin çiftliğinde çalışan “halayık” ve “besleme” takımındaki kadınlar  adeta Necip’in hizmetine sunulmuştur. Necip ise daha çocuk yaşta onlara küfürler etmeye, şiddet uygulamaya başlamıştır. Fakat bunu yaptıkça erkekleşmiş ve gücüne güç katmıştır. Çünkü o “İzzet Efendi’nin, efendi, efendilerin efendisi, paşaların paşası, yoluna kurban olunası oğlu Necip (!)”tir (s.15). Necip’in erkekliğinin yüceltilmesinin yanı sıra halayık ve besleme takımındaki kadınlar Necip’in önüne sunulmuş bir nesne gibidir. Necip’in erkekliği kutsiyet atfedilerek yüceltilirken, halayıkların kadınlığı da metalaştırılmıştır. Böylece toplumsal cinsiyet eşitsizliği hem erkek hem de kadın üzerinden verilmiştir.

Görüldüğü üzere Sevgi Soysal’ın pek çok eserinde toplumsal cinsiyet bağlamında ve özellikle de kadın kimliğine dair çıkarımlar yapmak mümkündür. Zaman zaman Tante Rosa gibi eril tahakkümün kabul edildiği toplumlarda aykırı sayılabilecek bir kadın tipi yaratmış, zaman zaman da bu düzene boyun eğen kadınlar yaratarak  kadının yaşadığı problemleri irdelemiştir. Kimi zaman da Barış Adlı Çocuk’taki sözünü ettiğimiz öykülerde olduğu gibi ataerkil ideolojinin kadın ve erkeğe biçtiği rolleri ve bu rollerin bireyleri ne denli sıkıştırdığını gözler önüne sermiştir. Her ne kadar bu yapıtlarda kadın kimliği ve “kadın”ın gerek bireysel gerekse toplumsal alandaki eşitlik arayışı öne çıksa da o, daha ziyade kadın ya da erkek fark etmeksizin toplumun cinsel kimliklere dayattıklarına karşın bireyin var oluşunu ve dönüşümünü ele almıştır. Bu sebeple cinsel kimliklerine hapsolan kadın ya da erkek karakterler kendilerini gerçekleştirmeye çalışmış, bu aşamada hem toplumun dayatmalarıyla hem de kendi kendileriyle mücadele etmek zorunda kalmışlardır.

KAYNAKÇA
-Ahıska, M. (2015). Teyzeniz Olur: Tante Rosa’yı Yeniden Okumak” . İsyankâr Neşe. der. Seval Şahin, İpek Şahbenderoğlu. 1. Baskı: İstanbul: İletişim Yayınları.
-Başcı, P. (2015). “Sevgi Soysal’ın ‘Ayı’ı Boyamak’ Adlı Hikâyesinde Kimlik, Cinsiyet ve Temsili (Performatif) Dönüşümler”. İsyankâr Neşe. der. Seval Şahin, İpek Şahbenderoğlu. 1. Baskı: İstanbul: İletişim Yayınları.
-Çelik, B. (2018). Sevgi Soysal’ın Öykülerinin Özgünlüğü.https://t24.com.tr/k24/yazi/sevgisoysal,2082. Erişim tarihi: 04.01.2022
-Dirlikyapan, D. (2015). “Bir Delikli Erkeklik Öyküsü”.  İsyankâr Neşe. der. Seval Şahin, İpek Şahbenderoğlu. 1. Baskı: İstanbul:    İletişim Yayınları.
-Erol, A. S. (2015) “Sevgi Soysal’ın ‘Hanife’si”. İsyankâr Neşe. der. Seval Şahin, İpek Şahbenderoğlu. 1. Baskı: İstanbul:    İletişim Yayınları.
-Özkırımlı A. (1977). Tutkulu Perçem’den Şafak’a Sevgi Soysal’ın Yazarlık Çizgisi. Birikim Dergisi, 23, 7-15.
-Somuncuoğlu, G. (2002). Sevgi Soysal’ın Yapıtlarında Kadın Kimliği. Yüksek lisans tezi, Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü.
-Soysal, F. ( 2015). “Modernliğin Türkiye’deki Makus Talihi, ya da Yaşamı ve Yazınıyla Sevgi Soysal”. İsyankâr Neşe. der. Seval Şahin, İpek Şahbenderoğlu. 1. Baskı: İstanbul: İletişim Yayınları.
-Soysal, S. (2018). Barış Adlı Çocuk. 7. Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları.
-Soysal, S. (2020). Tante Rosa, 23. Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir