Türk Edebiyatında Bir Âbıhayât: Sezai Karakoç

Elinde yitik cennetin kandili, kâinatın özüne ışık tutan, hakikatin kudretini aydınlatan bir diriliş eri. Karanlığın perdelerinin yırtıldığını, kapalı kapıların sonuna kadar açıldığını gösteren bir diriliş eri. Sürgün edildiği dünyanın esiri olmayan ama sürgün edene meftun olan bir diriliş eri. Toz bulutlarının çerçevelediği manzaradan gözlerini kaçıran ama bakışlarını kamaştırana, yüreğini okşayana, ümitsizliğin adını unutturana, güneşi inşa edecek mimara sığınan bir diriliş eri. Düştüğü kuyuda, boğulduğu tufanda, yandığı ateşte bir daha, bir daha düşen, yanan, yıkılan, kaybeden ama yenilgi yenilgi büyüyen bir zaferin varlığına inanan, bir karıncanın gönlüne muhatap olan en büyük merhamete kendini emanet eden bir diriliş eri. İnkârın yüksek sesinde kulağı duymayan ama imanın ince çağrısına bütün ruhuyla teslim olan bir diriliş eri. Kendisi dirilirken bütün İslâm medeniyetlerini de mısralarıyla dirilten bir şair, Sezai Karakoç.

Şubat 2021’de yayımladığımız bu yazıyı 16 Kasım 2021’de en önemli şairlerimizden Sezai Karakoç’un ölüm haberi nedeniyle güncellememizin derin üzüntüsü içerisindeyiz. Gelin hep beraber, değerli sanatçımızın ardında bıraktığı mirasa bakalım. Saygı ve rahmetle…

Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatının önemli isimlerinden ve İkinci Yeni şiir hareketinin güçlü kalemlerinden olan Sezai Karakoç, kullandığı sezgisel dili, fizik ötesine uzanan mısraları ile özgün bir şiir karakteri oluşturmuştur.

Düzenli bir dil anlayışına karşı şiirin karakterini düzensiz, alt üst edilmiş, yerleşik olandan koparılmış bir dil anlayışı ile inşa etmeyi esas alan ama şiirin kendi mantığı içerisinde bir düzen anlayışını ve yeni bir düzenlenişi savunan İkinci Yeni’nin dili bozma konusundaki görüşlerini, hareketin bir temsilcisi olan Sezai Karakoç’ta da görmek mümkündür.

Anlama karşı olmayan Karakoç, alışılmış, yerleşik olan dili yeni bir sistem ortaya koymak hedefiyle imgelerle kırmış, gerçek dünyanın sınırlarını aşarak metafizik bir dünyanın kapılarını aralamıştır.

‘’Şiirin temeli ne düşünce, ne anlamdır. Anlamsızlığın da olmadığı gibi. ‘Anlam’ı varlığın ve şiirin cevheri kabul etmeyen, bir şart bir tarz sayan, onun yanına ‘akt’ı da ekleyen şairlerdir bunlar. Bu şiir, metafizik ve mistik dünyanın kürevî çeperine birkaç noktada dokunmuyor değil. (…)

Sezgisel bir duyuş ve duruş tarzına sahip olan şairin, tefekkürün duyulduğu şiirinde ‘’kar’’, doğasından koparılmış; karşıladığı asıl anlamdan uzakta, yaratılışında yanma olan başka bir şeye dönüşmüştür:

Karın yağdığını görünce
Kar tutan toprağı anlayacaksın
Toprakta bir karış karı görünce
Kar içinde yanan karı anlayacaksın

Allah kar gibi gökten yağınca
Karlar sıcak sıcak saçlarına değince
Başını önüne eğince
Benim bu şiirimi anlayacaksın (Kar)

Şiirlerindeki özgün içeriği ile İkinci Yeni’nin hem içinde hem dışında olan; ne tam anlamıyla hareketi paylaşan ne de tamamen uzağında kalan Karakoç’un şiirlerinde, İkinci Yeni edebî hareketinin izi sürülmekle beraber, gelenek ile bağlantı kurduğu, Klasik Türk edebiyatından ilham aldığı da görülür. Doğu ile Batıyı bilmesi, geniş bir kültür ve medeniyet birikimine sahip olması ona bereketli ve kuvvetli bir kalem, zengin tasvirler, mistik dünyaya uzanan imajlar vermiştir. Özgün, kendine has, özel bir şiir kurarak modern Türk şiirinin en başarılı şairleri arasında yerini almıştır.

Etkin bir okurun varlığını gerektiren Hızırla Kırk Saat (1967), Taha’nın Kitabı (1968), Leyla ile Mecnun (1981) adlı şiirleri tahkiye ağırlıklı ve simgesel dilin öyküleştirdiği; Kar, Mona Roza, Şahdamar (1962) ve Körfez (1959) şiirleri ise özgün bir çağrışım yaratan şiirlerdir. Hızırla Kırk Saat, başta İslâm dini ve medeniyetine; pencere açıldıkça bütün insanlığı içerisine alan bir yolculuktur:

Kardeşim İbrahim bana mermer putları
Nasıl devireceğimi öğretmişti
Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım
Ama siz kâğıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini nasıl sileceğimi öğretmediniz  (Hızırla Kırk Saat, 2.)

Nuh’un bir işçisiydim
Günlüğümü biriktirdim tahta aralarında
Bulursanız Nuh’un gemisinden bir parça bir kalas
İçinde altın vardır işte bu işarettir sana
Altının üstünde Nuh’un mührü
Dünyanın en ilkel yazısıyla
İlkel ama sade ilkel ama canlı
İlkel ama güzelliğiyle çarpar insanı
Ben İbrahim’in sır kâtibi
Yakub’un dedektifi
Yusuf’un hapishane arkadaşı
Düş yorumu öğretmeni
Ama görmedim yavuz bir öğrenci
Aydın kılıçların şelâlesi
Musa gibi (Hızırla Kırk Saat, 15.)

Tinsel bir varoluş olarak işlediği sevgi ve aşk kavramları şiirlerinin çekirdeğini oluşturur. Çekirdeğin özünde, beşerî aşktan ilahî aşka bir yöneliş vardır. İnsan aşk ile önce kendi içine doğru bir yolculuk yaparak kendi öz benliğine yönelir ardından Allah’ı keşfeder. Sezai Karakoç’un öğretisinde tarih bilinci, İslâm medeniyeti, geleneksel yaşam, divan edebiyatı, aşk gibi unsurlar yer alır. Öğretisinin merkezinde ise diriliş vardır. Dünya görüşü, içinde yetiştiği aile, kültürel çevre, bağlı olduğu gelenek, metnine yansımıştır.

Nitekim, birinci baskısını 1976’da yapmış Diriliş Neslinin Âmentüsü, bu temel ‘diriliş’ öğretisini gür bir sesin coşkusuyla anlatır:

‘’Kendimin bir diriliş eri olduğuma inanıyorum.
Bir Diriliş Cephesi bulunduğuna ve kendimin de o cephede bir savaş adamı olduğuma, olmam gerektiğine inanıyorum.’’

Âmentü, İslâm medeniyetiyle bütünleşerek, tarihsel ve geleneksel değerlerin bilinciyle insana kendilik değerlerini hatırlatarak kutsal özüne dönmeyi hatırlatır.

Gideceği yol sırat-ı müstakim olan diriliş eri bir ruh, zihniyet, medeniyet savaşı verecektir. Bu savaş, hayat tarzının, dünya görüşünün, karayla akın savaşıdır. Diriliş cephesinde savaşacak diriliş eri İslâm ülküsüne kendisini adamış, doğuyu batıyı bilen, barış ve düzen yanlısı, hakikatin peşinde olan, Kur’an’ı kılavuz, Peygamberi önder bilen olacak ve İslâm sitesini kuracaktır.

‘’Benim amentüm, bir nesil amentüsüdür. Tek kişiye ait olmanın derinliği yanında, toplumun koro sesi gibi çoğul, çok yanlı bir yaygınlık özelliği de vardır. Bir orman sesidir neslimin amentüsü.’’

İslâm sitesinin ve kuruluş değerlerinin nasıl olması gerektiği ve İslâm ülküsünün nasıl gerçekleştirileceği anlatılır. İnsan, geleneksel tarih bilinci, din, tarih ve İslâm şuurunu canlı tutarak kendini gerçekleştirecek ve kültürel bağlarıyla günümüze ulaşıp geleceği kuracaktır.

Karakoç, Yitik Cennet eserinde peygamberlerin dünyaya gelişi, kendilerine tevdî edilen görevleri ve geçtikleri çetin sınavlarla medeniyetlerin doğuşu, nasıl geliştiği, hangi kritik aşamaları yaşadığı arasında bir bağlantı kuruyor, bu bağlantıyı da semboller ve imajlar ile çevirerek eserine bir dinamizm kazandırmış oluyor ve medeniyet düşüncesini bu yüce misyona yükseltiyor. Medeniyetler de batış ya da düşüş anlarında, bir çıkmaza saplandıklarında tıkanıklığı gidermek için tıpkı diriliş eri gibi tazelenecek, yenilenecek, bir iç devrimi başlatacaktır. İnsana cennet bağışlanmıştır ve insan kabuğundan özüne inecek, hakikatin kapısını çalacak, ruhunda dirilişi gerçekleştirerek kendisine bağışlanan nimeti, cenneti tekrar bulacaktır.

‘’Kalbimizdeki bir mihrab ışığı yandığı sürece, ruhumuzun Zekeriyaları, Yahyaları, Meryemleri ve İsaları gelecek ve ölmüş olan, öleyazan ruhumuz dirilecektir.’’ (Yitik Cennet)

Kendi gözlerimle gördüğümü âcizane tarife çalıştığım ve kalbimle hissettiğimi naçizane anlatmaya kalkıştığım Sezai Karakoç’u yazarken, bütün arzulara hakikatin kapısını çaldırmaktı maksadım. O güzel hadiste de buyrulduğu gibi,

‘’Hakikat mü’minin kaybolmuş malıdır, nerede bulursa alır.’’

KAYNAKLAR:
-Memet Fuat, Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, Adam Yayınları, Temmuz 2011
-Sezai Karakoç, Diriliş Neslinin Âmentüsü, Diriliş Yayınları, İstanbul-Aralık 2018
Sezai Karakoç, Yitik Cennet, Diriliş Yayınları, İstanbul-Nisan 2019
-Sezai Karakoç, Hızırla Kırk Saat (Şiirler III), İstanbul-Nisan 2019

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir