İngiliz ressam Stanley Spencer (30 Haziran 1891 – 14 Aralık 1959), Cookham köyünü “cennetteki bir köy” olarak betimlemiştir. Eşsiz resimlerinde sıklıkla Cookham’ı kendi ruhsal vizyonlarıyla iç içe geçiren Spencer, İncil’deki olayları rüya gibi olan bu İngiliz köyünün arka planında yeniden canlandırmıştır.
Cookham’da doğan ve hayatının çoğunu orada geçiren Spencer’ın resimleri onun dünyasına bir bakış sunuyor. Bazı çalışmalarında, günlük hayatın işleri içinde kaybolmuş renkli ve dışa dönük olan yöre sakini köylüler merkezdedir. Köydeki evler, bahçeler ve nehir gibi çeşitli yerleri canlandırmaktadır. Diğer gerçeküstü olaylarda köylüler, İsa’nın tekne yarışlarında verdiği vaazı dinlemektedir.
Ancak Cookham Köprüsü’nden Manzara eserinde, herhangi bir hikâye veya insan yaşamı yoktur.
Bir yaz gününde nehir, sessiz ve sakin bir geniş alan ile uyumludur. İki dünya savaşı arasında meydana gelen bu sahne, korkunç olaylara tezat oluşturmaktadır. Spencer, savaşı ilk elden deneyimleyen bir ordu doktoru ve savaş sanatçısı olarak hizmet etti. Bu deneyimlerini, Sandham Anıt Şapel’i için yaptığı duvar resimlerinde paylaşmıştır.
Stanley Spencer, Cookham Köprüsü’nden Manzara’da hem doğal güzelliği hem de normalliği yakalıyor.
Resmin alt tarafında, nehirde yüzen yedi tane kayık bir araya geliyor. Bazıları neşe saçan parlak kırmızı ve yeşile boyanmıştır. Köprüden aşağıya bakıldığında, cezbedici bir şekilde büyük ve boş görünüyor. Bu durum Spencer’ın gemiye ve olay yerine tırmanma daveti haline geliyor.
Aşağıya bakınca, teknelerin altından sular pırıl pırıl parlıyor. Göz kamaştıran, dalgalanan, parıldayan suyun kendine has bir ömrü vardır. Spencer bu alanı empresyonist bir tarzda boyar; fırça darbeleri mavi, yeşil ve beyaz tonlarında beneklidir.
Dar patikaya çıkarken büyük bir ahşap kayıkhanenin yanından geçiliyor (ayrıntılı her ahşap panel mükemmel bir şekilde fark edilebilir). Kürekler ve uzun sopalar kayıkhaneye yaslanıyor. Daha ileride, tekneler bir avluda dinlenerek kullanım için bekliyor.
Zaman duruyor, eğlence ve barış ortamında tadını çıkarmayı bekliyor.
Tuğla duvarın üzerinden yemyeşil ve bakımlı bahçelere, yeşilin arasında büyük ve solgun zarif bir ev görmek için ötesine bakıyoruz. Duvarın arkasında büyüyen uzun karanlık ağaçların ağır dalları patika üzerine karanlık, serin gölgeler düşürür ve yol, manzaranın sonunu oluşturan ekili tarlalar olan kırsal alana çıkmaktadır.
Patika üzerinde büyüyen çiçekli çalılar, yüzen teknelere doğru karışıyor. Spencer, beyaz gül çalısını karmaşık ayrıntılarla boyamıştır. Çiçekler dolgun ve kıvırcık, yaprakları da ayırt edilebilir şekildedir. Altta büyüyen bir Latin çiçeği, dalgalı yeşil ve turuncu dairelerle neşeli bir şekilde boyanmıştır.
Gerçekçi ayrıntılar, izlenimci ayrıntılarla yan yanadır. Daha derine bakıldığında, huzurun ve sükûnetin yanında garip bir şey var.
Spencer, bulutsuz gökyüzü altında bir yaz gününü resmettiğinde yoğun, parlak renkler kullanırdı; mutlu sıcak zamanların rahatlatıcı ve davetkâr renklerini. Ancak burada resme hâkim bir atmosfer yaratmak için ön plandan açıklığa kadar olan odak, keskin ve biraz fazla yoğundur. Doğal olmayan bir şeyin verdiği his huzuru bozar. Sonuç olarak, resimde ne kadar uzun süre harcarsanız, o kadar uhrevi ve rüya gibi olur.
Sol üst köşeye baktığımızda yakındaki Holy Trinity Kilisesi’ni görebiliriz. Pencereler kilisenin gözleriymiş gibi nehri izliyor. Burada Spencer sadece Cookham’la olan manevi ilişkisini ima etmektedir. Yine de, manevi bir anlatı veya İncil karakterleri dahil edilmeden Spencer’ın duyguları hâlâ mevcuttur.
Kaynak: https://www.dailyartmagazine.com/painting-of-the-week-stanley-spencer-view-from-cookham-bridge/