‘Yaralısın’ Nurilerle Dolu Bir Koğuşta

Erdal Öz, 1935’te Sivas’ta dünyaya gelmiştir. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Türk Dil Kurumu’nun yayın işlerinde görev almıştır. Edebiyat yaşamına şiirle başlayan yazar, çeşitli dergilerde şiir ve öyküleriyle yer almıştır.

Eserlerinde toplumcu-gerçekçi bir çizgisi olan Erdal Öz, toplum yaşamının bireylerin iç dünyasına yansımasını duygusal bir dille işlemiştir. Bireylerin baskı karşısındaki tutumlarına, direncine ve umuduna etkin bir hassasiyetle eserlerinde yer vermiştir. Yazarın ilk romanı Odalarda, 1960 yılında yayımlanmış bir romandır. Ardından yazımızın konusunu oluşturan ve 1974 yılında yayımlanıp 1975 yılında Orhan Kemal Roman Armağanı’na layık görülen Yaralısın romanı gelmektedir. Sonrasında sırasıyla Deniz Gezmiş Anlatıyor (1976), Gülünün Solduğu Akşam (1986) ve Defterimde Kuş Sesleri (2003) isimli eserler edebiyatımıza Erdal Öz tarafından kazandırılmıştır.

“Bu çirkinliklerin yanı başında bu güzelliklerin ne işi var? Yan yana, iç içe iki ayrı dünya. Hangisi gerçek olan? İkisi de belki. Dünyanın iki ayrı yüzü belki. Bir yanı ışıklı, bir yanı karanlıklar içinde. Bir yüzünde güneşin içindesin, karanlıklara boğulmuşsun. Bir gün o aydınlıklara çıkabilecek misin? Geceleri gündüzlere çevirmek, çok mu uzak bir umut?”

Nurilerle doluydu koğuş.” Koğuşta bulunan tüm mahkumları, isimlerinin Nuri oluşu birleştiriyordu. Hepsi birer Nuri’ydi. Ama farklıydı suçları, adi suçlular vardı, bir de ‘siyasi’ suçlular…

12 Mart Muhtırasının bir fotoğraf karesi gibi aktarıldığı Yaralısın romanı 1974 yılında yayım hayatına kazandırılmış ve 1975 yılında Orhan Kemal Roman Armağanı’na layık görülmüştür. Cumhuriyet döneminin bu çalkantılı yıllarında toplumcu-gerçekçi anlayışa uygun eserler veren Erdal Öz, Yaralısın romanında kahramanın yaşadıklarını isim, yer ve zaman belirtmeden yoğun ve derin bir dil kullanımıyla aktarır. İkinci tekil şahıs anlatımının egemen olduğu romanda tüm mahkumların isminin Nuri olması ve kahramanın isimsiz olması oldukça dikkat çekicidir.

“Bütün görünen gri/mavi karışımı, güneşli, bulutsuz dört köşe, küçücük bir gök. Doğa bu kadarcık burada. Geri kalan her şey kul yapısı, uygarlık buluntusu uyduruk şeyler: Yontulmuş kaba taşlar, kirli betonlar, dikenli tel örgüler, demir kapılar, demir parmaklıklar.”

Romanda mekânlar, kasveti ile öne çıkarken ince ince dokunan eşya detaylarıyla da iç mekânın yoğun olarak kendine yer bulduğunu söylemek mümkündür. Eserdeki kasvet, kahraman bilincinin değişimiyle uyumlu bir şekilde ilerlemektedir. Hapishanenin anlatıldığı bölümlerde zamanın ağır ağır ilerleyişi, sen dili ile bütünleşince okuyucunun, anlatılan işkenceleri fiziksel olarak hissetmesini sağlamaktadır. Geri dönüşlerle anımsanan işkence sahneleri öyle baskındır ki kahramanın anda ne yaşadığının silikleşmesine sebep olur.

“O anda dünyanın bir köşesinde, akşamın o ayrılık saatinde bir çiçek sessizce taç yapraklarını kapatıp sonsuz uykulara daldı; bir günlüğüne doğmuş, bir günlük doyumsuz yaşamını tamamlamış küçücük bir çiçek boynunu büküp öldü.”

Yaralısın adlı romanda, edilgen bir konumda gördüğümüz öznenin, fiziksel ve psikolojik şiddet karşısında gösterdiği direncin sindirilmesi işlenmiştir. Kahramanın suçlu bulunmasının sebebi evinde bulunan kitaplardır. Kafası suçlu bulunan özne, işkencenin diyeti olarak yakılan kitaplarını göstermektedir.

“Bak bu koğuşta altmış sekiz kişiyiz. Seni çıkarırsak altmış yedi. Yani altmış yedi Nuri, bir de sen. Sen siyasisin. Ayrısın… Kafan suçlu senin, kafan. Kafanı beğenmemişler anlaşılan, kafanı suçlu bulmuşlar. İşlerine gelmemişsin onların, kapmışlar, tıkmışlar seni içeri, tamam mı?… Bak ne diyorlar? Ayırmışlar: Size ‘siyasi suçlu’ diyorlar, bize ‘adi suçlu’. Adımızı bile ayırmışlar.”

Vücuduna verilen elektrik, ayaklarının parçalanması ve copla dövülmesi kahramanın yaşadığı fiziksel işkencelerden bazılarıdır. Bununla birlikte tuvaleti olmayan, kendi kusmuğunun içinde ayağa kalkamadan beklediği hücreler de fiziksel şiddetin devamı niteliğindedir.

“Bir akşam üstü evinden apar topar alınıp götürüldüğün, o daracık dört duvar arasına, o vıcık vıcık karanlık pis yere kapatıldığın günün gecesinde, duvarda, tepedeki küçücük pencereden gördüğün dışarda boşlukta sallanan bir ampulün ürkünçlüğünü unutamıyorsun.

Vurulan olmak, vuruyor olmaktan daha güzel, çok daha güzel.” der Erdal Öz, tüm bu işkencelere rağmen sorulan hiçbir soruyu yanıtlamayan roman kahramanının hapishaneye gelmesiyle birlikte içsel çözülüşünün de başladığını söyleyebiliriz.

“Her şey öylesine yeni ki. Yeni bir dünyanın kapısından sokuldun az önce… Kafanın içine de sıra gelecek mi? Yüzündeki kanlarla, sabun artıklarıyla, boynundaki, boğazındaki kaşıntılı kesik kıllarla kalkıyorsun. Kişiliğinin görünen birtakım parçalarını da orada, o berber odasında bırakıp çıkıyorsun dışarıya. Hazırlanmış yeni bir kişiliğe doğru ağır adımlarla ilerliyorsun gardiyanın önünde.

Roman kahramanımızın, suçlu bulunmasının ardından Nurilerle dolu bir koğuşa getirildiğini ifade etmiştik. Roman bir yapboz parçaları gibi aktarılmıştır okuyucuya; işkenceler… koğuş bölümleri ve Nurileri tanıma… kahramanın içsel olarak yaşadıkları…

Sanık, koğuşa ilk geldiğinde birçok şeye yabancıdır. Koğuştaki suyu içemez, tuvaletin kapısı açıkken tuvaleti kullanamaz, Nuriler gibi ayakkabılarının arkasına basarak ve ayaklarını sürüyerek yürümez. Ancak zaman ilerledikçe kahraman kendini o Nurilerden biri olarak görmeye başlar. Ve yabancı olduğu hatta tiksindiği ne varsa bizzat kendisi de öyle davranmaya başlar. Bu durum kahramanın mahkûmiyete, koğuşa alıştığını, hayata boş verdiğini ya da hayata kafa tuttuğunu gösterir. Kendisi de bir süre cezaevinde kalan yazar, insan haysiyetini ayaklar altına alan işkencenin açtığı fiziksel yaraların yanı sıra insan hafızasından silinmeyecek izler bırakan ezilmişlik ve horlanmışlığı, insanın nasıl kendinden nefret edebileceğini bu eserinde dile getirir.

“Bu karanlık yeraltının sonunda güneş duruyor, biliyorum. Ulaşacağım ona. Az kaldı… Benden önce varanlara selam olsun.”

Erdal Öz, kaleme almış olduğu Yaralısın adlı eseriyle, psikolojik ve fiziksel acının yaşamadan da hissedilebileceğini gözler önüne sermiş bir yazardır. Yaralısın romanı, bir yandan kahramanın yaşadıklarını aktarırken bir yandan da okuyucusuna seslenir ve ”yaralısın ey okuyucu!” anlamı taşır. Edebiyatımızda çok az örneği bulunan ikinci tekil şahıs anlatımıyla örülen bu roman eşsiz ve çok kıymetli bir eserdir.

Yararlanılan Kaynaklar
-Öz, Erdal. (1974) Yaralısın. İstanbul: Cem Yayınevi.
-Ceylan, Emrah. Erdal Öz Hayatı, Eserleri ve Sanatı. Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi, 2015.
-Yıldırım, Serpil. Erdal Öz’ün Hayatı ve Eserleri. Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, 2015.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir