“Gözlerimi açınca eski alışkanlık bugün için bir ümit var mı diye düşünmeye başladım.” (Knut Hamsun, Açlık, s.11)
Açlık’ın ilk cümlelerinden biridir bu. Knut Hamsun’un bu büyük eseri otobiyografik esintilerini sertçe çarpıyor okurların yüzüne.
Behçet Necatigil’in tercümesiyle Varlık Yayınları’ndan okuduğum bu eserin ön sözünde Necatigil, Hamsun’un yine bir Amerika dönüşü gemideyken kitabın ilk satırlarını yazdığını söylüyor. Peki neden Amerika’ya gidiyor Knut Hamsun? Çalışabilmek, para kazanabilmek için. Orada tramvaylarda biletçilik yapıyor, tarlalarda ırgatlık ediyordu. Bu ikinci Amerika yolculuğu dönüşünde, gemi Kristiania’ya yaklaşınca inmedi Hamsun, bu şehirdeki acı günlerin anısından ürküyordu ve Kophenag’a gitmeye karar verdi. İşte ilk satırlar böylece gemideyken kâğıda dökülmüş oldu.
Hissiyatındaki tüm tükenmişliği kâğıda dökmeye başlayan genç yazar, belki de sadece karnını doyurmasını sağlayacak kadar para kazanmak gayesiyle Politiken Gazetesi’ne götürdüğü yazısının zamanla bir başyapıt olarak görüleceğinden habersizdi.
Zamanı açlıkla, günü kurtaracak kazanç aramakla, yazmakla geçen Knut Hamsun, tüm bu özelliklerini kitabın ana karakterine de yansıtıyor. Norveçli yazar, tüm mal varlığı arkadaşından ödünç aldığı battaniyesi, kâğıt kalemi ve üzerindeki giysiler olan bir gencin yaşama tutunma çabasını anlatıyor bizlere. Bir makale yahut okumaya değer başka bir şey yazıp on Kron kazanınca bir süre daha rahatlamanın ümidine sahip bir genç.
Knut Hamsun’un bu eseri tamamen bir hayatın yansıması olması hasebiyle, abartıdan ve mecazdan uzak; yazdıklarıyla yaşamını idame ettirmeye çalışan gencin tüm ızdıraplarını, yoksulluğunu hissettirerek günümüzde klasikleşmiştir ve her şeye rağmen erdemli kalmakta diretmekle ilgili bir eser olarak da dikkatimizi çekebilir.
Kitapta, yoksullukla beraber gencin aşık oluşuna, bazen hayatı alaya alışına, tüm bitkinliğine ve onun ardından gelen tarifsiz düşüşe de tanık oluyoruz.
“Ne güldüm, ne güldüm; elimi dizime vurarak deliler gibi güldüm. Boğazımdansa tek ses çıkmıyordu; dilsiz ve bitkindi benim kahkaham; ağlamak özlemini taşıyordu.” (s.50)
diyerek hayatın her yandan bir acı tattırdığı bu gençte biriken duygu yoğunluğunun, tüm yeis ve hüznün izahını yapıyor Knut Hamsun.
Bahsettiğimiz gibi tüm bitkinliği takiben bir tarifsiz düşüş, sefalet baş gösteriyor. Yoksulluk, kimsesizlik bir yana yeistir onu mahveden. İnsan onuru bir yerden sonra kaldıramaz bu yaşananları, o da şöyle söyler:
“İnsan bu derece düştükten sonra, hiç cesaretini ayakta tutabilir miydi?” (s. 101)
Knut Hamsun’un güçlü hikaye anlatıcılığı ve realiteyle birleşen bu eseri, edebiyat dünyasının klasiklerinden olup okuru ziyadesiyle etkilemektedir.
Bu kitabı okurken bazı noktalarda Halit Ziya Uşaklıgil’in “Mai ve Siyah” kitabı da çağrıştı zihnimde. Ahmet Cemil pek de yabancı değil iyi bir yazar olma hayaline hayatını, gençliğini adayıp ıztırap çekmeye. Değinmişken belirteyim ki Mai ve Siyah’ı da kesinlikle tavsiye ediyoruz, tabii ki özgün haliyle. Sadeleştirmemiş basımına Dergah Yayınları’ndan ulaşabilirsiniz.