“Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak…“
Edebiyatımızın önemli ve başarılı modernist yazarı olan Yusuf Atılgan, Anayurt Oteli’ni 1973 yılında yazınımıza kazandırmıştır. Anayurt Oteli, yayınlandığı dönem ilgi görmemiş bir eserdir. Türk film yönetmeni, yapımcısı ve senaristi Ömer Kavur, 1987 yılında romanı beyaz perdeye aktarmıştır. Bununla birlikte eserin bilinirliği artarak daha çok satılmış ve üzerinde büyük tartışmalar çıkmasına yol açmıştır. Yusuf Atılgan bu dönemde ne kadar bilinir ve tanınır bir yazar olsa da 9 Ekim 1989’da yeni romanının üzerinde çalışırken kalp krizi sebebiyle veda etmiştir dünyaya.
“Yorumlar, nedenler önemsizdi; kesin değildi. Değişmez tek bir kesinlik vardı insan için: Ölüm.“
Anayurt Oteli, yazarın, diğer romanında da olduğu gibi tanıdığı şahsiyetler ve bizzat bildiği mekanlardan yola çıkarak yazdığı bir eserdir. Romana ismini veren Anayurt Oteli, Manisa’da gerçekten var olan Anavatan Oteli’dir. Bu otel, romanda da bahsedildiği üzere Tanzimat Fermanı’nın ilan edildiği yıl olan 1839’da konak olarak inşa edilmiş, Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle beraber otele dönüştürülmüştür. Bizzat kendisi de bu otelde birçok defa konaklayan Yusuf Atılgan, otelin sahibi ve oğlunu tanımaktadır. Kendisine romanın oluşum süreci sorulduğunda ise şu cümleleri aktarmıştır:
“Bir gün bu oteli yazma isteği doğdu içime. O sıralar arkadaşlarla Ödemiş/Birgi’ye gideceğiz. Gece Aydın’da bir otelde kaldık. Bir otel işte. Kapıdan giriliyor. Karşıda yukarıya çıkan bir merdiven var. Kâtibin yeri de bu merdivenin altında. Önünde bir küçük masa. Gece arkadaşımla konuşurken ‘Yahu,’ dedim, ‘bu adamın buradaki hayatı ne olabilir?’ ‘Merdiven altında oturan bir adam. Nasıl bir adamdır bu?’ Üstelik benim bunaldığım zamanlar. Anavatan Oteli ile bu durumu birleştirdim, kendi ruh durumumu da yansıtmaya çalıştım. Bu roman çıktı.”
“Bir eylemin ertesini, sonuçlarını göze alabilirse ya da bunlara kayıtsız kalabilirse, insanın yapmayacağı şey yoktu.“
Kadınlara olan düşkünlüğü ile bilinen Keçecizade Malik Ağa, evindeki beslemelerle beraber olur ve sonrasında onları evlendirir. Zebercet’in ninesi de bu beslemelerden biridir. Fakat Zebercet ninesinin adını bilmemektedir. Çünkü babası ondan hiç bahsetmemiştir. Kahramanımız Zebercet, kendisini Keçecizade ailesinin bir üyesi olarak görmektedir. Zebercet’in psikolojik sorunlarının sebebi köklerine uzanmaktadır diyebiliriz.
Roman bir pazartesi günü başlar. Zebercet isimli başkahraman, babasının ölümünün ardından Anayurt Oteli’ni, yanına yardımcı olarak aldığı ve ‘Ortalıkçı Kadın’ dediği, kendisi gibi ‘ne ölü ne sağ’ dediği bir kadınla birlikte idare etmeye çalışır. Zebercet’in bütün hayatı işlettiği Anayurt Oteli’nden ibarettir. Belirli günlerde berbere giden Zebercet bunun dışında otelden çıkmaz. İnsanlarla iletişimi oldukça kısırdır ve içine kapanık bir karakteri vardır. Zebercet’in hayata olan bu tavrı doğumuna uzanmaktadır. Dünyaya vaktinden önce gelen Zebercet aynı zamanda çok da küçük doğmuştur. Bu sebeple doğduğunda pamuklara sarılmış hatta adını, yarı değerli bir taş anlamındaki Zebercet isminden almıştır. Yedi aylık doğduğunu sık sık dillendiren ailesi yüzünden Zebercet, okulda ve bulunduğu ortamlarda dalga geçilen bir karakter olmuştur. Bu durum karakterin içine kapanıklığının bir başka sebebidir.
“Bir oteli yönetmekle bir kurumu, geniş bir işletmeyi, bir ülkeyi yönetmek aynı şeydi aslında. İnsan kendini, olanaklarını tanımaya, gerçek sorumluluğun ne olduğunu anlamaya başlayınca bocalıyordu, dayanamıyordu. Ülkeleri yönetenler iyi ki bilmiyorlardı bunu; yoksa bir otel yöneticisinin yapabileceğinden çok daha büyük hasarlar yaparlardı yeryüzünde.“
Zebercet’in oteldeki monoton ve sakin hayatı bir perşembe günü bozulur. Otele gecikmeli Ankara treniyle bir kadın gelir. Birkaç saat kalmak istediğini söyleyen kadın bir odaya yerleşir. Sonrasında bir daha uğrayacağını söyleyerek, ücret bile vermeden otelden ayrılır. Bu ayrılışın ardından Zebercet, kadının dönmesini dört gözle beklemeye başlar. Bu bekleyiş öyle derinleşir ki, Zebercet, kadının konakladığı odaya kimseyi almaz, odayı kadının bıraktığı şekilde muhafaza eder. Kadına saplanıp kalan Zebercet, onu mutlu edecek kişinin bu kadın olduğunu düşünür. Her günü bu kadını beklemekle geçmeye başlar. Zebercet, hiçbir zaman bulamadığı o derin sevgi ve bağı bu kadında bulacağını düşünür. Gün gelecek ve bu kadın Zebercet’e hak ettiği sevgiyi verecektir. Bu düşüncelere sahip Zebercet, kadının kaldığı odayı onun döneceği gün için hazırlamaya başlar. Odanın ışığını söndürmez, eşyalarına dokunmaz hatta kadının kullandığı bardağı kırmıştır ve onun yerine kendi çay içtiği bardağın dibini onun bıraktığı gibi bırakarak odaya koyar, çünkü o gelecektir…
“Gelmez artık; ama benim beklemem gerek.”
Kahramanımız Zebercet, kadını beklerken gittikçe değişmeye başlar. Belli belirsiz bıyığını farklı bir berbere kestirir, üstüne yeni kıyafetler alır ve kendisine çekidüzen vermeye başlar. Ayrıca onun kalmış olduğu odaya girerek onunla konuştuğunu, ilişkiye girdiğini hayal eder…
“Bedenin dayanma gücünü zorlamak da bir çeşit kendini öldürmek değil miydi?“
Zebercet, Ankara treniyle gelen kadını heyecanla beklerken her tren geçtiğinde bu heyecanını tazeler. Hatta bir süre sonra otele müşteri almaz. Eski defterden bakarak günlük fişlere hayali isimler yazmaya başlar. Kadının geri dönmeyeceğini bir hafta sonra anlar ve kahramanımızın esas çöküşü vuku bulur.
Zebercet, ilerde yapacaklarını öngörerek hayatı boyunca hiç yapmadığı şeyleri yapmaya başlar. Yıllardır uzak durduğu sosyal hayata atılıverir, lokantada yemek yer, horoz dövüşü seyretmeye gider. Hatta bu horoz dövüşü sırasında tanıştığı soğuk demirci Ekrem’le sinemaya bile gider. Zebercet’in Ekrem’e olan bakışı çok farklı bir boyuttadır. Ekrem’e başka bir ilgi duymaya başlar ancak karşılık alamaz.
“Uzunca ufak bardağa rakı koydu; iki yudum içti yüzünü buruşturmamaya çalışarak. Günlerdir kafasında, yüreğinde gittikçe artan ağırlığı biraz olsun azaltır mıydı bu?”
Bozuk psikolojisinin önünü alamayan Zebercet, yanında çalıştırdığı kadının ağır uykusundan faydalanarak ona defalarca tecavüz etmiştir. Bir gün yine uyurken odasına girdiği kadının ona karşılık vermesini ister. Bu istek ortalıkçı kadının sonu olacaktır…
Ortalıkçı kadının ölümünün ardından kahramanımız Zebercet kendi ölümü için de bir tarih belirler ve gün saymaya başlar. Ancak o tarihi beklemenin lüzumsuz olduğunu düşünür ve ölüm tarihini 18 gün geriye çekerek, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının odasında kendisini asarak intihar eder…
“Ne oldu? Yapmayı unuttuğu bir şeyi mi anımsadı birden? Ya da yeryüzünde tek gerçek değerin kendisine verilmiş bu olağanüstü yaşam armağanını korumak, her şeye karşın sağ kalmak, direnmek olduğunu mu anladı giderayak? Yoksa bilinçsiz canlı etin ölüme kendiliğinden bir tepkisi miydi bu?”
Hem psikolojik hem de sürrealist roman özelliği taşıyan bu eserde olaylar üçüncü tekil şahıs ağzından aktarılsa da Zebercet’in aklından geçenler ve iç çözümlemeler birinci tekil şahıs tarafından aktarılmıştır. Romanda olaylar kronolojik sırayla bir günlük gibi anlatılmıştır.
Yusuf Atılgan, kullandığı iç monolog ve bilinç akışı teknikleriyle Zebercet’in ruh halini, karakterini ve düşünce yapısını en duru şekilde okuyucuya aktarmıştır. Kahramanın soyut sancıları tıpkı gerçek bir yara gibi somutlaştırılmaya çalışılmış ve ziyadesiyle başarılı olunmuştur.
Yusuf Atılgan, eserlerinde kişilerarası iletişim problemlerini çokça işleyen bir yazardır. Bunun aracılığıyla toplumsal sorunlara dikkat çekmeye çalışan yazar, tedavi edilebilir bir psikolojik rahatsızlık olan ‘sosyal fobi bozukluğu’nun önlem alınmadığı ve müdahale edilmediğinde nasıl sonuçlar meydana getirebileceğini yalın ve süssüz bir Türkçeyle okuyucusuna en iyi şekilde aktarır. Buna en iyi örnek Zebercet’in işlediği cinayettir.
Anayurt Oteli, yalnızlığın ve yabancılaşmanın merkeze alındığı bir eserdir. Nispeten özgürlük konusunun da kendine yer bulduğu eserde, cinayet işleyerek özgürleşeceğini düşünen kahraman bu özgürlüğün ağırlığını kaldıramaz ve kendi hayatına da son verir. Modernist anlamda Türk romanının kendini bambaşka bir boyutta sunduğu bu romanın dikkatle okunması gerektiğini düşünüyorum. Kitabın ardından olayları çok daha iyi kavrayabileceğimiz roman uyarlaması Anayurt Oteli filminin de bir akşamımıza eşlik etmesi gerektiğini düşünüyorum. Öncelikle keyifli okumalar ve ardından iyi seyirler hepimize!
Kaynaklar:
- Atılgan, Y. (2017). Anayurt oteli. Yapı Kredi Yayınları.
- Yüksel, T. (1992). “Yusuf Atılgan’a Armağan.” İstanbul: İletişim Yayınevi.
- Özdemir, A. (2005). “Yusuf Atılgan’ın Romanlarının Psikanalitik Açıdan İncelenmesi.” Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ.