Bu Ay Ne Okuyalım: Beyaz Diş, Jack London

Genellikle “Beyaz Diş” romanı ile tanınan Jack London, eserlerinde hayvanların dünyasını, yaşadıkları vahşi hayatlarını, sürü psikolojilerini ve insan, doğa ve hayvan üçgeni içindeki ilişkileri incelemiştir.

Akıcı dili ile okuyanı içine alan dünyasında okuyucunun kalbindeki dengeleri sarsar ve onu düşünmeye iter, dünya üzerinde onun için atan bir kalbin varlığı var mıdır diye sorgulayabilir. Jack London eğer bunu düşünen olur da aklına bir insan ismi gelmez diye okuyucuya onun için atacak kalbin bir hayvanın bedeninde var olabileceğini kanıtlar. Kimi eserlerinde kurt, kurt köpeği ya da köpekleri merkeze alarak anlatımlarda bulunur.

Jack London

Katıksız Sevgi” kitabının ön sözünde yer alan yazısında şöyle der:

“Bakın, gösteriş olsun, diye yapmacık bir hayvan sever değilim. Kitap eleştirmenleri ve hayvanlardan anlamayanlar, beni, fışkıran kanlardan, şiddet ve dehşetten zevk alan bir çeşit ilkel canavar olarak kabul ediyorlar. Çıkmış olan bu adım üzerinde hiç tartışmayıp takılan etiketi üstünde yazılı değerden kabul etsem de, hayatımı gerçekten zorlu bir okulda geçirdiğimi, zulüm ve insanlık dışı işlemlerden, ortalama bir insanın payına düşenden daha fazlasını aldığımı, gemilerden hapishanelere, bataklıktan çöllere, idam sehpalarından kimsesizler yurduna, savaş meydanlarından askeri hastanelere dek her şeyi tatlısıyla acısıyla yaşadığımı eklemeliyim” 

Bütün Dünya üzerinde olan kıyımların, suçların en ağırı olarak hayvanların sahnelerde gösteri yapması için eğitilmesini izlenmesine karşın insanları coşkuyla alkışlayıp gülümseyebilmesini söyler. Zulmün bir güzel sanat dalı olarak eğitilmiş hayvanlar dünyasında var olduğunu söylemiştir. Günümüzde de hala var olan hayvanların gösteride bulunduğu şovlarda hayvanlar hiç istenmeyen şartlarda yaşayıp işkence dahi görebilmektedirler.

“Ve bizim için, kendi zayıflığımızın yarattığı o rahat koşullar içinde bulunan yüzde doksan dokuz onda dokuzumuz için, bu yuvarlak dünyanın üzerinde, bizlerden bir derece aşağı hayvanlar olan, eğitilmiş hayvanlara, geri kalanımızın eğlenmesi için birkaçımızın uyguladığı işkenceyi ortadan kaldırmak amacıyla, kolayca yapabileceğimiz bir başka şey kalıyor. Çok kolay. Aylık ödentiler ya da yazışmaları yürütecek sekreterler düşünmek zorunda kalmayacağız. Herhangi bir eğlence yerinde ya da sirkte, eğitilmiş hayvan gösterisinin başladığı an dışında, hiçbir zaman, hiçbir şey düşünmek zorunda kalmayacağız. Ama öyle bir gösteri başlarken, düşünüp taşınmadan, hemen yerimizden kalkıp dışarı çıkmak, bir yürüyüş yapıp biraz temiz hava almak, sonra gösteri bitince dönüp programın geri kalanını izlemekle, böyle bir gösteriye karşı olduğumuzu anlatabiliriz. Yapacağımız tek şey, tüm eğitilmiş hayvan gösterilerini, genel eğlence yerlerinden kaldırmak. Yöneticilere halkın böyle gösterilere ilgi duymadığını anlatalım ve bir gün gelecek, bir an gelecek, yöneticiler izleyenlerine böyle gösterileri sunmayı bırakacaktır.”

Bunu 1915’ te yazan Jack London aradan geçen 106 yıl sonra bile haklı durumdadır. Umarım bir yüz yıla daha gerek kalmadan bu tür gösteriler biter. Gelin şimdi Beyaz Diş’ten bahsedelim.

Kuzey Topraklarında yaşam beyaz bir sessizlikte ilerliyordu, hiç yokmuş gibi. Donan nehirlerin altında hala akmakta olan sular gibi yaşam içe çekilmiş bir şekilde devam ediyordu. Issız Diyar’ın topraklarında yaşayan canlılardan en vahşilerinden kurtlar günlerdir karınlarını doyurmak için av arıyorlardı. Sürü halinde oldukları için hayattaydılar. Avlarını bulduktan sonra doymuş mideleri ile gözleri aşka döndü. Yemek bulduktan sonra onları ilgilendiren yegâne konu buydu. Sürüde olan dişi kurdu etkilemeye çalışıyorlardı ama dişi kurt onların her yanaşmalarına hırlayarak cevap veriyordu. Çetin kavgalardan sonra dişi kurt kalkanlarını Tek Göz’e karşı indirdi. Tek Göz’e bu ismin verilmesinin sebebi uzun yılların tecrübesinin üzerinde bıraktığı hediyedendi. Onca kavga onca mücadeleden sonra bir gözünü vahşi hayatta yaşayabilmesini sağlayan tecrübeleri karşılığında vermişti. Dişi kurdun Tek Göz’den yavruları oldu. Ama tek hayatta kalan boz enikti. Boz enik Issız Diyar’ın sert yasalarını öğrenerek yaşamaya başladı. Hayat zordu, o da güçlü olmak zorundaydı yoksa yok olup giderdi. Daha yavruyken ateş ile tanıştı, yakıcı olduğunu anladı. Ateş ile insanı da gördü. İnsan ile arasındaki bağ atalarının ateşin başında ısındığı ilk seferden sonra içine yerleşmişti ve onlara boyun eğmesi, varlıklarının kabulünü bu içgüdünün yönlendirmesiyle kabul etti.

Boz eniğin kanında atalarından kalma köpek kanı dolaşıyordu, annesinden gelmişti. Ama kurt yapısı daha ağır basıyordu, zekasının keskinliğini köpek genleri sağlıyordu, bir kurttan daha iyi düşünebiliyordu. Annesi -dişi kurt- daha önceden insanı biliyordu, onlara yabancı değildi. Vahşi bakan gözleri onları görünce değişik bakıyordu, özlemle. Dişi kurt tekrardan insanların boyunduruğuna girince boz enikle kampta yaşamaya başladılar. Boz enik artık Beyaz Diş adını almıştı. Kamp hayatı ile diğer köpekleri kendi türünden canlıları görüyordu. Ama diğer köpekler ona dostça yanaşmadılar, aralarına alıp oynamadılar. Beyaz Diş kendi türüne düşman olarak büyüdü. Kendini savunmayı, zayıfı ezip güçlüye saygı duymayı öğrendi. Yalnızdı ne insanlardan ne kendi türünden sevgiyi, arkadaşlığı tatmamıştı. Ruhunun derinliklerinde kalan sevginin kökleri Issız Diyar’ın toprağı gibi üşümüş ve katılaşmıştı. Kampta havaların soğuması ile göç hazırlığına başlandığında, Beyaz Diş ormana döndü. Vahşi hayatın çağrısına kulak verdi lakin bu çağrı ona artık yalnızlığı ve insan tanrısının evinden uzakta iken korunmasız oluşunu hatırlattı. Eskisi gibi değildi. Beyaz Diş ona bakan tanrısına dönmek istedi, ona boyun eğişini kendi ruhuyla ilk kez kabul etti.

Beyaz Diş’ in mayası sevgi ile değil mücadele ile yoğrulmuştu. İnsan tanrısının eli hayatında ona sadece ilk karşılaştıklarında okşamak için dokunmuştu. Sonra hep kurallarını ve yasalarını tanıtmak için var olmuştu o el sopa ile. İnsan tanrıya bağlı, ateşin yanında ve kendi türüne düşman bir Beyaz Diş’ti o. Kamptaki tanrısının onu başka bir tanrıya satmasıyla hayatı değişti. Beyaz Diş artık Savaşan Kurt olmuştu. Yeni tanrısı onu dövüyor ve başka köpeklerle dövüştürüyordu. Beyaz Diş yaşamak için dövüşmek zorundaydı. İnsanlara bağlılığı hala vardı ama nefrete evirilen bir bağdı. Beyaz Diş bir dövüşünde ölümle dans ederken artık nefessiz kalmıştı, gözleri Issız Diyar’a kapanırken onu sevgi ile tanıştıracak el uzanmıştı. Bu elin ismi Weedon Scott’ dı. Beyaz Diş’in yaralarını tedavi etti, daha sonra en büyük yaranın açıldığı ruhuyla ilgilendi. Sevginin ruhunda donan köklerini Güneş olup ısıttı, yeşertti. Beyaz Diş’e eli okşamak için dokundu, dili sevgisini anlatmak için konuştu. Beyaz Diş, bu insan tanrısını bir başka olduğunu kabul etti. Kalbini kalbiyle bir etti. Ona ait her şeyi korumayı görev bildi. Hayatı boyunca insana dokunmaktan korkan Beyaz Diş Weedon’ın kolunun altına başını sokarak guruldadı. O sevgisini mırıldayarak değil ancak hırlamadan bir renk farklı tonda guruldayarak gösterebiliyordu. Beyaz Diş kıssadan hisse böyleydi. Sevginin kurtardığı özel bir candı. Beyaz Diş gibi bir dost bulmak belki de hayatın en büyük hediyelerindendi.

Kaynakça

  • London, Jack (2017). “Beyaz Diş”, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
  • London, Jack (2019). “Katıksız Sevgi”, İstanbul: Can Sanat Yayınları.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir