Can Yücel Gideli 20 Yıl Oldu

Yerin seni çektiği kadar ağırsın

Kanatların çırpındığı kadar hafif..

Kalbinin attığı kadar canlısın

Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…

Sevdiklerin kadar iyisin

Nefret ettiklerin kadar kötü..

Ne renk olursa olsun kaşın gözün

Karşındakinin gördüğüdür rengin..

Yaşadıklarını kâr sayma:

Yaşadığın kadar yakınsın sonuna…”

demişti Can Yücel, her şey sende gizli demişti. Hayata dair tecrübelerini bu dizelerle anlatırken, en azından bir cümlesinde kendimizi bulmamızı dilemiştir, kim bilir?

2 Ağustos 1926’da İstanbul’da, eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in oğlu olarak dünyaya geldi. Belki de bundan dolayı her zaman okumaya, yazmaya meraklı bir çocuk oldu.

Can Yücel’in küçüklüğü ve Hasan Ali Yücel

İnsanlara sevmeyi, iyiliği ve tüm güzellikleri şiir yoluyla anlatmaya çalıştı; Datça’yı, Akdeniz’i, çok sevdiği günebakan çiçeklerini, yaşadıkça ölüme nasıl yaklaştığını… Bu sihirli sözcükler ruhumuzda bir yerlere hep dokundular. Can Yücel’in sevdiği şeyleri anlatış biçimini biz de çok sevdik.

Ankara’da Klasik Filoloji eğitimi alırken, 1943’te lise arkadaşı Gazi ile yurt dışına çıktılar. Hasan Ali Yücel başta kabul etmek istemedi. “Babasının torpili ile burs kazandı” gibi algıların oluşmasından çekinmişti. Gazi, bunun doğru olmadığını, iki ailenin de kendi imkanlarıyla çocuklarını eğitime göndereceğini açıkladı. Böylelikle eğitim hayatına Cambridge Üniversitesi’nde Latince ve Yunanca eğitimi alarak devam etti. Yücel, yurt dışında edindiği tecrübe ve eğitim sayesinde çevirmenlik yapabilecekti. Askerliğini ise 1953 senesinde Kore Savaşı çıktığında, Kore’ye giderek yaptı.

“Yine Ağustos geldi, yine incir sıcağı, toprak güneş kokuyor. Yine bademler çatladı, yine cırcır böcekleri caz yapıyor; yediveren limon salkım salkım. Taşçı Mehmet yerli tohumdan on dönüm karpuz ekmiş yine… Hani vasiyet etmiştin ya ona “Yerli tohum bankası kurun” diye; sözünü unutmamış. Muhtar yine seni anlatıp duruyor. Yaşadığımız yeri görmek için insanlar akın akın evimize geliyor. Hasan geldi, Güzel ve Su geldiler, bir sen yoksun…”

Güler Yücel bu sözler ile Can Yücel’e olan aşkını dizelere dökmüştür.


Güler Yücel ve Can Yücel

Can Yücel, 1954’te tek aşkı olan Güler ile evlendi. Dile kolay 43 sene bir ömrü beraber geçirdiler ve bu birliktelikten üç ömür daha dünyaya gelmişti. Ailesine fazlasıyla düşkün olan Can Yücel, “Küçük kızım Su’ya”, “Gürel’e” ve “Yeni Hasan’a Yolculuk” şiirleri ile onlara olan bağlılığını ve sevgisini somut bir şekilde göstererek hediye etmeyi seçmiştir.

Yücel, edebi hayatına şiirle başlamıştır. Şiirleri 1945’ten itibaren “Yenilikler, Şiir Sanatı, Papirüs, Sosyal Adalet” gibi çeşitli dergilerde yer aldı. Dergilerde yayınlanan şiirlerini derlediği “Yazma” adında ilk şiir kitabını çıkardı. Şiirlerinden umut, güzellik ve coşku fışkırıyordu adeta. 1959 yılında “Her Boydan” adını verdiği şiir kitabında dünya şairlerinin şiirlerini kendine özgü üslubuyla çeviriyordu. Sadece şiir değil tiyatro çevirileri de yaptı. Shakespeare, Brecht ve Lorca gibi isimlerin tiyatro oyunlarını çevirdi. Öyle özgün bir üslubu vardı ki, çevirdiği her metne kendinden bir parça katıyordu. Shakespeare’in ünlü “to be or not to be” sözünü “bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?” şeklinde çevirerek kendini bir kez daha kanıtlamıştı.

Can Yücel şiirlerinde argo ve müstehcen ifadelere sık sık yer verirdi. Bu hem ilgi çekici hem de bazı çevrelerce yerilmesine neden olan bir durumdu. 1965 yılından itibaren siyasal konularda da yazmaya başlamıştı. 12 Mart döneminde Che Guevara ve Mao Zedong’dan yaptığı çeviriler nedeni ile 15 yıllık bir hapis cezasına çarptırıldı. 1974 yılında çıkarılan genel af, bu mahkumiyetini sona erdirdi. Can Yücel 1974’te ikinci şiir kitabı olan “Sevgi Duvarı”nı çıkarttı. Bu kitapta ele aldığı öncelikli konular insan ve doğa ilişkileriydi.

Can Yücel’in şiir yazmak gibi vazgeçemediği iki tutkusu vardı; sigara ve rakı. Bu iki sevdiği şey ona ‘ağız boşluğu kanseri’ teşhisi konmasına neden olmuştu. Fakat bu hastalığı bile onlardan vazgeçmesine engel olamadı. 12 Ağustos’ta tedavi gördüğü Dokuz Eylül Hastanesi’nde hayata gözlerini yumdu. Vasiyeti, ömrünün son on yılını geçirdiği Datça’da gömülmekti. Çok sevdiği günebakan çiçekleri ile sonsuzluğa uğurlandı. 17 Ağustos 1999’da ise defnedildi.

Maalesef ‘şarap içiyordu’ gerekçesiyle yıl dönümlerinde anma törenlerine izin verilmedi. O dönemde mezar taşı bile parçalanmıştı.

Datça, Can Yücel’in Mezarı

Ne olursa olsun bize bıraktığı sevgi dolu şiirleri için ona minnettarız. Evreni, insanı, doğayı her zaman aşk ile anlamaya çalışan güzel şair, sevgi ile kal…

Yazımızı Can Yücel şiirlerden sevdiğimiz dizeler ile sonlandıralım:

“Baktım gökte bir kırmızı bir uçak,

Bol çelik, bol yıldız, bol insan.

Bir gece sevgi duvarını aştık,

Düştüğüm yer öyle açık, öyle seçik ki. Başucumda bi sen varsın, bi de evren. Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi Yalnızlığım benim, çoğul türkülerim, Ne kadar yalansız yaşarsak, o kadar iyi…”

“Ben hayatta en çok babamı sevdim Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek Nasıl koşarsa ardından bir devin”
“Beni kuzum Datça’ya gömün Geçin Ankara’yı İstanbul’u! Oralar ağzına kadar dolu Alabildiğine de pahalı, Örneğin Zincirlikuyu’da Bir mezar 750 milyona Burası nispeten ucuzluk Ortada kalma tehlikesi de yok Hayır dua da istemez, Dediğim gibi beni Datça’ya gömün Şu deniz gören mezarlığın orda, Gömü sanıp deşerlerse karışmam ama!”
  • Yararlanılan internet kaynağı: ensonhaber/ Damla Karakuş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir