Gotik Romana İlk Adım: Horace Walpole- Otranto Şatosu İncelemesi

Ortaçağ’ın son dönemlerinde Katolik Avrupa’da doğan gotik edebiyat üslubu, tam olarak dinî amaçlı başlayıp zamanla bu özelliğinden biraz kaybetse de yine de Hristiyan kimliğini koruyarak 13-15. yüzyıllar arasında etkisini göstermiştir. Bu yazımızda, hem gotik üslubu hem de Otranto Şatosu incelemesi üzerine konuşacağız.


Yazan: Gizem Kural

Gotik (Fr. Gothique) kelimesi ‘Gotlar’a ait’ anlamını taşımaktadır. İddialara göre bu kavram 5. yüzyılda İngiltere’yi istila eden Alman kolu Juteler’in yanlış bir varsayım sonucu Gotlar olarak özdeşleştirilmesinden kaynaklanmıştır. Germen kolunun alabildiğine kaba, vahşi, barbarca tanınan kimlikleri ve sanattan, kültürden uzak oldukları düşüncesi gotik üslubuna da bu sıfatları yakıştırmıştır. Oysa 18. yüzyıldaki anlayış gotik kavramına yeni bir boyut kazandırmıştır. İngiliz politik hayatı geleneğine hukuku, özgürlüğü ve parlamenter haklar anlayışını sokanın Gotlar olduğu görülmüştür. Böylelikle barbarlık, vahşi, kaba ve zevksiz görünüm gibi sıfatlarla alışılagelen gotik tabiri 18. yüzyılda bu sıfatlarını unutturup yerine şıklık, kibarlık, zarafet, duygusallık ve serinkanlılık sıfatlarını kazanmıştır.

Horace Walpole

Gotik modasının İngiltere’deki başlatıcısı kabul edilen Horace Walpole (D.24 Eylül 1717, Londra – Ö. 2 Mart 1797) Orford 4.Kontu olarak bilinmektedir ve asıl adı Horatio Walpole’dur. Başbakan Sir Robert Walpole’ün oğlu olan Horace Walpole yazarlığının yanında sanat eseri koleksiyonculuğuyla da tanınmıştır. Twickenham’da Strawberry Hill’deki kırsal villasını gotik tarzda inşa ettirmiş ve içini de gotik tarzda döşedikten sonra değerli bir kitaplık oluşturmuş, konut mimarisinde gotik üslubun yeniden canlanmasında etkili olan evini ziyaretçilere açmıştır. Otranto Şatosu fikri de bu villasında gördüğü bir rüyayla şekillenmiştir. Bunun üzerine kaleme aldığı Otranto Şatosu romanı 1764’te yayınlanır.

Otranto Şatosu İncelemesi

Otranto Şatosu incelemesi

Romanda, haksız yere el konulan şato ve mülkün esas sahiplerine teslim edilişi Walpole tarafından doğaüstü güçlerin harekete geçirilmesiyle anlatılır. Bu romandaki gotik ögeler insanların aklî dünyasına hakim olup onları yöneten doğaüstü ve duyumlanabilirliğin ötesindeki güçlerde kendini gösterir (Hayaletler, şeytanla yapılan iş birlikleri, kendiliğinden çalan çanlar, canlanan portreler, sessiz koridorlardan gelen tıkırtılar…).

Otranto Şatosu’nda şatonun prensi olan Manfred, inandığı karanlık bir kehanet sebebiyle tahtına varis arayışındadır. Prens Manfred ve eşi Hippolita’nın bir kızları (Matilda) ve bir oğulları (Conrad) vardır. Kehanetin emriyle tahtına varis arayan prens Manfred, oğlunu Venedik Markisi’nin kızı Isabella ile evlendirme kararı alır ve nikah gününü oğlu Conrad’ın doğum gününe denk getirir. Nikahtan önce üzerine siyah tüyle süslü bir miğferin düşmesiyle ölen oğlu kehaneti düğümlediği gibi Manfred’i de çaresiz bırakır. Siyah tüylü koca miğferin Conrad’ı parçalara ayırması dehşet saçar. Oğlunu kaybetmesine rağmen prens Manfred soyunun devam edemeyişine odaklıdır.

Kehanete olan bağlılığından ödün vermez ve oğlunu evlendiremediği Venedik Markisi’nin kızı Isabella ile kendi evlilik kararı alır. Durumdan ürken Isabella şatonun alt geçitlerinden biri sayesinde kaçar ve manastırda saklanır. Manastıra sığınan Isabella’ya ulaşma çabasında sık sık rahip Jerome’ye başvuran fakat Hippolita gibi özverili, sadık bir eşi olmasına rağmen başta gelini olarak aldığı Isabella ile soyunu sürdürme planları yapan Manfred rahibin onayını alamaz.

Bu ensest ilişki, uygun bulunmadığı gibi Isabella’nın da buna rızası yoktur ve korkusundan manastıra sığınmıştır. Rahibin onay vermiyor oluşu aslında rahibin sözündeki saygınlık, prens Manfred tarafından hiçe sayılır. Rahibin onayına ya da reddine aldırış etmeyen prens Manfred tarafından rahiplerin sözüne duyulan saygınlık hiçe sayılır.. Isabella’nın manastıra kaçarken yardım aldığı genç bir köylü Theodore’un rahibin oğlu olduğunun anlaşılmasıyla istediğini alma konusunda gözünü karartan prens, Isabella’ya ulaşmak için rahibi oğlunun canıyla tehdit eder. Rahibin Isabella’yı arayışı, Theodore’un prensin kızı Matilda’ya duyduğu aşk, Isabella’nın kayıplara karışmış babasının şövalye kılığında kızını almaya gelişiyle ilerleyen roman, Matilda’nın babası tarafından kazayla öldürülmesi ve şatonun da mülkün de esas sahibinin Isabella’nın babası Frederic çıkmasıyla son bulur.

Bu romanla birlikte bakıldığında gotik üslubunda üzerinde durulacak belirli noktalardan biri mimari (şato, labirentimsi koridor, mağaralar, miğfer, tonoz) olmuştur. Mimari, mekân imajını da şekillendirmiştir. Merkezî olmayan uçsuz bucaksız yüksek alanlara yapılan, göğe yükselen, ucu sivri ve görkemli koyu renkte, çok az hatta belki de hiç ışık almayışı ile bilinen yapılar; metinlerdeki karanlık, kasvet, korku, dehşet ve gizemi oluşturmuştur. Sonu gelmeyen karanlık upuzun koridorlar sessizliği, bitmeyen dolambaçlı merdivenler endişeyi taşırken şatonun devasa büyüklüğü kontrol edilemez oluşuyla bir gizemi barındırmıştır.

Bir diğer nokta, gotik üslubun etkisini gösterdiği 13-15. yüzyıl Katolik Avrupası’nın dinî ve ahlâkî görüş algısıdır. Manastır, katedral, rahip, Aziz Nicholas, kehanet gibi kutsal sayılan her şeye ismen ve fikren sık sık yer verilmiş bunun yanında birey; kendisindeki onur, erdem, masumiyet ve merhamet kadar yüceltilmiştir.

https://wannart.com/icerik/7809-gotik-edebiyatin-arketipi-otranto-satosu

Mimarideki şato ve miğfer; yüksekliğiyle sağlamlığıyla dış erişime sıkı sıkı kapalı yapılar olup dinî mekânların da bu görevi fikren üstlendiği görülmektedir. Bir “dış” korkusu hâkimdir ve dışarısı şatonun içindekiler için birer tehdittir. Bu durum bazen tam tersine döner. Tehdit unsuru hâline gelen şato olur.

Şatonun dışı özgürlüğü ifade etse de civardaki labirent ormanlar, mağaralar tehdit unsuru oluşturmaktadır. Bu “dış” korkusu genç bakire kızların ve suçluların tapınaklara sığınabilmesi ve sığınan genç kızların oradaki rahiplerce korunması yönüyle fikren de olsa dinî, kutsal mekânlarda da kendini göstermiştir.

“Dış” algısı tekinsiz, kavranması güç ve yabancıların dolu olduğu bir dünyayı ifade etmiş ve böyle bir dünyada yaşamanın korkusunu, endişesini yansıtmıştır.

Bir diğer dikkat konusu masumiyet bilincidir. Bunu da erdem, onur ve merhamet şekillendirmiştir. Arzu ve hırslarının peşinde koşan Manfred gibi bir prensin merhamet sahibi, zarif ve erdemli olan kızı Matilda; babasından hiç sevgi görmediği halde kültürlerindeki örnek ahlâk anlayışını temsil eder:

“Bir evlat anne babasının dileği haricinde kör ve sağır olmalıdır.” (Walpole, 2019, 64.)

“Bir anne ya da bir baba ağzından tek bir sözcük kaçırırsa ve söylememiş olmayı dilerse evladın bu sözü yinelemesi doğru değildir.” (Walpole, 2019, 64.)

Aynı şekilde rahibin oğlu olduğu öğrenilen genç köylü Theodore da son derece cesur bir genç olup kendi kimliğinden habersizken onur, erdem, merhamet sahibidir:

“Dürüstlüğüm benim için hayatımdan daha önemlidir, ne birini ne de diğerini taviz vererek satın alabilirim.” (Walpole, 2019, 51.)

Theodore, prensin tüm işkencelerini göze alıp Isabella’nın kaçmasına yardım eder, onu ölümü pahasına koruyacağına söz verir:

“Hayatımın bir önemi yok. Sizi onun zorbalığından kurtarmaya çalışırken hayatımı kaybetmek bana mutluluk verir.” (Walpole, 2019, 48.)

“Sizi asla bırakmayacağım ta ki sizi güvende olacağınız bir yere ulaştırana kadar.” (Walpole, 2019, 49.)

Anlaşılan odur ki masumiyetin sonradan öğrenilmezliği ancak onunla birlikte yaratılmış olmakla açıklanmıştır. Bu bilinçle yaratılan herkes diğer erdemlere de duyarlıdır.

Aziz Nicholas

Romanda sık sık Aziz Nicholas, Alfonso, Kutsal Meryem gibi Hristiyanlık inancı öğretilerine de rastlanmaktadır:

“Dua etmeniz gerekiyorsa neden büyük azizimiz Nicholas’a dua etmenizi istemiyor? Hiç kuşkusuz benim bir koca bulmam için dua edeceğim tek aziz odur.” (Walpole,2019,64.)

“Aziz Nicholas beni affetsin!” (Walpole,2019,63).

Gotik romanın bu ilk örneğinde mimari yönelimin iç etkiyi kurmadaki rolü, aklın kavrama ve denetleme yetisinin dışında gelişen olaylar, bu olayların mucizevi tesadüf zincirlerine bağlanışı, Hristiyanlık öğretileri karşısında karakterlerin arzuları ve yaşam üzerine mücadelesi ve bu mücadelenin nelere yol açtığı işlenmiştir. Gotik romana ilk adım olan Otranto Şatosu kendisinden sonraki gotik roman örnekleriyle karşılaştırılamasa da ilk oluşuna rağmen gotiği genel hatlarla çizmiştir.

Kaynakça:
  • Walpole,Horace (2019) “Otranto Şatosu” (çev. Süreyya Evren Türkeli) İstanbul: Bordo Siyah.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir