Hakan Günday’ın Gözünden Yeraltı Edebiyatı

“Diyor ya Âşık Veysel, ‘iki kapılı bir han’ diye? Ondan cereyan yapıyor bu hayat! Onun için üşüyorum hep. Gideyim de kapatayım birini!”

Roman ve senaryo yazarı Hakan Günday, 1976 yılında Rodos’ta dünyaya gelmiştir. Eski milletvekili Faik Günday’ın torunu olduğu bazı kaynaklarda doğrulanmıştır. Hacettepe Üniversitesi’nde Fransızca Mütercim Tercümanlık bölümünü, Brüksel’de Siyasal Bilimler Okulu’nu yarım bırakmıştır. En sonunda Ankara Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümüne girip oradan mezun olmuştur. Günday’ın eğitim hayatına doktora yaparak devam ettiği bir söyleşide belirtilir. Yazın hayatına 2000 yılında bir kahvehanede kaleme aldığı söylenen ilk romanı Kinyas ve Kayra ile giriş yapmıştır. İlk romanının ardından 2002 yılında hayat, varlık, hiçlik, oyun, zekâ, kudret ve acizlik arasında gidip gelen bir metin olan Zargana’yı edebiyatımıza kazandırmıştır. Piç (2003), Malafa (2005), Azil (2007), Ziyan (2009), Az (2011), Daha (2013) ve Zamir (2021) isimli eserleriyle Türk yeraltı edebiyatının temeline katkısı büyüktür.

“Kaldırımlar güzel. Ama bir de üzerinde yürüyen şu insanlar olmasa!”

Hakan Günday, edebiyatta bir yazarın sınıflandırılmasının veya kategorize edilmesinin hiç de doğru olmadığını bir dergi röportajında şöyle ifade eder:

“Yeraltı edebiyatını “İsyan Sanayi” adlı sektörün bir parçası olarak düşünüyorum. (…) Edebiyatta yazar kadar tür olduğuna inanıyorum. (…) Bugün Türkiye’de yeraltı edebiyatı olarak sınıflandırılmış ancak bu tanımlamanın çok daha ötesine geçmiş metinler var. Ve hepsi de insana dair, insanı anlamak için okunması gereken hikâyeler. “¹

“Hiçbir yere ait olmayanları iyi tanırım. Her yere aitmiş gibi davranırlar.”

Hakan Günday, ne kadar sınıflandırılmanın doğru olmadığını belirtse ve ben de buna hak versem de yazarın metinlerinin bir başlık altında toplanması gerektiğini düşünüyorum. Her biri bambaşka bir dünyayı anlatan bu eserlerin başlığını da Yeraltı Edebiyatı ifadesi karşılayabilir ancak. Hakan Günday’ın yeraltı edebiyatına dahil edilmesinin sebepleri arasında bütün eserlerinin gözden geçirilmesi sonucunda ele alınan konular, üslûp, yazarın toplumca ahlâkî olarak değerlendirilemeyecek sözleri çok rahat kullanması, kötülüğün başat unsur olması gibi mevzuular gösterilebilir. Bir eserin ahlak dışı olması, sokak dilini kullanması veya gündem dışında kalması onu yeraltı yapmaz. Bu söylemden bağımsız olarak yazar Hakan Günday, yeraltı edebiyatına ait unsurları popüler hale getirmiş bir yazardır. Romanlarının neredeyse tamamında yeraltı edebiyatına ait unsurlar bulunmaktadır.

“Ruhumdaki düğümler fazlasıyla sıkı. Kimsenin onları çözecek kadar ince tırnakları yok. Bense çoktan vazgeçtim tırnaklarımı uzatmaktan. Kendimi bilmeyi bıraktım. Yanıtı olmayan bir soru olarak geldim dünyaya ve sorusu olmayan bir yanıt gibi de gidiyorum.”

Yeraltı edebiyatının Türk edebiyatında tam anlamıyla karşılık bulmaya başladığı tarih olarak 1990 ve sonrası verilebilir. Yeraltı edebiyatının öncelikle bir tanımını yapmak bile oldukça güçken ve hiçbir dönemin sınırlarını tam manasıyla çizemiyorken yeraltı edebiyatının alanını da keskin çizgilerle belirlemek doğru olmayacaktır.  Aykırılığın ve ayrıksılığın, isyanın ve mazoşizmin, sıradışılığın ve küfrün dışa vurumuna yeraltı edebiyatı denir. Bu edebiyat türü hayal ile gerçek arasındaki ipince çizgide var olma savaşının bir göstergesidir. Yeraltı edebiyatını, ötekilerden ayıran en kritik nokta kötülüğün başat öge olmasıdır. Alışılagelen iyi ve kötünün öyküsü yeraltı edebiyatıyla tepetaklak olmuştur. Muhalif ve anarşist kahraman kötüdür. Bu kötülük iyiye bir karşılık değil hayatın bir yaşama biçimi olmuştur.

“İnsanlığımızı, ahlakımızı, dünyayı çok uzun zaman önce yok ettik… Hissediyorum. Şimdi sıra anılarımızda ve hayallerimizde.”

Hakan Günday romanlarında, başkahramanların hep bir şekilde kendilerini yazarak ifade ettikleri gözden kaçmamalıdır. Yazar, bir konuşmasında yazmanın öneminden şöyle bahseder: “Yaza yaza yazmanın ne demek olduğunu anladım. O zamana kadar susup tavana bakarak ya da konuşarak düşünmüştüm. İlk defa yazarak düşünmeye başladım.” Azil, Zargana, Daha, Kinyas ve Kayra gibi romanlarda baş karakterler kendilerini en iyi yazarak ifade etmişlerdir. Azil romanında Asil, okurlarına yazı yoluyla ne kadar dâhi olduğunu anlatırken çok kısa sürede kitaplar yayımlamıştır. Zargana romanında Zargana isimli kahraman, çok çeşitli oyunlar kurgulamış ve yarattığı karakterlerine bu oyunları oynatmıştır. Daha romanının baş kahramanlarından Gaza ise, linç kültürü ile ilgili teoriler üretirken yazıyı bir araç olarak kullanmıştır. Kinyas ve Kayra’da ise karakterler zihinsel ölümlerini gerçekleştirme isteklerini yazı yoluyla okuyucuya bildirmişlerdir. Bu bağlamdan yola çıkarak Hakan Günday’ın otobiyografik tarafını roman üzerinden değil de karakterler üstündeki etkisinden söz etmek mümkündür.

Kitap kapaklarının tasarımıyla da oldukça dikkat çeken Hakan Günday romanları, tiyatro ve sinema türlerine de ilham olmuştur. 2013 yılında edebiyatımıza kazandırılan Daha isimli roman Onur Saylak yönetmenliğinde 2018’de beyaz perdeye taşınmış bir romandır.

Hakan Günday romanlarının her biri birer altın değerindedir. Edebiyat bakmasını bilen herkese kendini kolayca gösterirken bu sırlarla dolu yeraltı dünyasını tanımak hiç de kolay değildir. Sağlam bir psikoloji eşliğinde hepinizi Hakan Günday’ı tanımaya davet ediyorum!

‘’Babam bekliyor beni orada.’’ ‘’Ne iş yapar, baban?’’ ‘’Yazar.’’ dedi Derda. ‘’Adı ne, tanır mıyız?’’ ‘’Oğuz Atay.’’ ‘’Bilemedim.’’ dedi yaşlı adam. Bir an için Derda, gömleğinin altındaki silahı çekip adamı vurmayı düşündü. Oğuz Atay’ı tanımadığı için.

KAYNAKÇA:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir