David Andrew Leo Fincher, 28 Ağustos 1962 yılında Colorado eyaletinde doğmuştur. Yani, bugün doğum günü olan Fincher’ı filmleri aracılığıyla analım. Babası Jack, Life dergisinde editör olarak çalışan bir yazar; annesi ise uyuşturucu bağımlılarıyla çalışan bir hemşireydi. Ünlü yönetmen kariyerinin ilerleyen yıllarında filmlerindeki psikolojik temaları annesinden, sofistike diyalogları ise babasından aldığını dile getirdi.
Beyaz Perdeye İlk Adımları
1980’lerin başında Korty Films’de prodüksiyon asistanı olarak işe başladı. Kısa bir süre içinde orada yükselip özel efekt yapımcısı unvanını aldı. Twice Upon a Time (Hayatta İki Kez) adlı bir animasyon filminde çalıştıktan sonra küçükken komşusu olan George Lucas’ın şirketi Industrial Light & Magic (ILM)’te kamera asistanı olarak işe alındı. Burada Star Wars: Episode VI- Return of the Jedi ve Indiana Jones and the Temple of Doom filmlerinde görev aldı. Amerikan Kanser Vakfı için bir reklam filmi çekmek için ILM’den ayrıldı.
Anne karnında sigara içen fetüsü gösteren kamu spotu türünde olan ilk reklamını çekerek kendi tarzını işlerine yansıtmaya başlamıştı. Nike, Pepsi, Sony ve Coca-Cola gibi büyük markalar için reklam filmleri çekti. 1986’da Jermaine Stewart’ın We Don’t Have to Take Our Clothes Off şarkısının klibini çekti. Madonna’nın dikkatini çeken yönetmen, ünlü pop yıldızı için dört klip çekip onunla yakın arkadaş oldu.
Şimdi Filmlerine Giriş Yapalım
David Fincher filmlerine aşina iseniz seri katiller, soyguncular ve katiller gibi konulara odaklandığını biliyorsunuzdur. Ayrıca titiz, takıntılı bir teknik direktör olarak ün kazandığını da biliyorsunuzdur.
Fincher tarafından tercih edilen sinematik teknik, geniş açı çekimidir. Bir karakterin ortamını ve durumunu göstermek için geniş çekimler kullanır (tam çekimler veya uzun çekimler olarak da bilinir).
Geniş çekimler kelimenin tam anlamıyla uzak mesafelerden yapılıyor ancak David Fincher filmlerinde kullanıldığında tam tersi bir etki yaratma eğilimindeler: seyirciye bir karakterin yaşadığı acil durumunun ve girdiği çıkmazın iyi bir şekilde anlaşılmasını sağlıyor.
Bu konu hakkındaki görüşünü şu cümleler ile belirtmiştir:
Ne zaman kamerayı yakınlaştırsanız, seyirci, “Şuna bak, bu önemli.” diye düşünür. Bunu yapmayı seçtiğinizde bu konuda çok, çok dikkatli ve titiz olmalısınızdır.
David Fincher’in yönetme tarzı, amaç ile karakterize edilir. Fincher için, yakın çekimlere saygı gösterilmeli ve yalnızca kesinlikle gerekli olduğunda kullanılmalıdır.
Kamerayı Karaktere Göre Hareket Ettirmek
David Fincher, zorlayıcı, karakter tabanlı bir nedeni olmadıkça kamerayı hareket ettirmez. Fincher, kamera hareketlerini oyuncuların karedeki hareketlerine ve davranışlarına uyarlar. Karakterler hareket ettikçe kamera da hareket eder.
Bu, Fincher’in “performansa kilitlendiği” fikrinin teknikleştiği yerdir. Bazen aktör ve kamera büyük yollarla birlikte hareket eder; bazen bir dakika, göz kırpıp ıskalamamış kaş, granül bir kamera eğimini motive eder.
David Fincher’in bir sonraki filminin ne olacağı belli olmasa da, şu anda televizyonda bazı heyecan verici çalışmalar yapıyor. “Mindhunter” ın ilk sezonu için ilk ve son iki bölümü yönetti. Bu ilk bölümlerle, kendi tarzını kullanarak gösterinin görsel dilini kurdu.
David Fincher’ın Renk Kullanımı
David Fincher filmler ve renk kullanımı izleyicilere korku, heyecan, neşe ve beklenmedik şeyler için hızlı bir yol izler. Fincher bir duygu uyandırmak istediğinde renk bu yolda öncülük eder.
Fight Club’daki Ikea mobilya sahnesinde olduğu gibi boğucu bir dünyada uyuşturulmuş karakterleri iletmek için tek renkleri kullanmıştır. Ayrıca, izleyicinin gözünü dışarıdaki unsurlara çeker ve Ejderha Dövmeli Kız’daki işkence odasının duvarındaki turuncu silah gibi uyumsuz renklerle beklentiyi oluşturur. Aşağıdaki video ile bahsettiğimiz fikri pekiştirebilirsiniz.
Karakter Geliştirmesi için Montajlama
Bir montaj, zaman sıkıştırmak ve anlatıyı ilerletmek için harika bir araçtır. Aynı zamanda görünüşte farklı elemanlar arasında bağlantı kurmak için de kullanılabilir.
David Fincher filmleri birçok harika montaj dizisine sahiptir. Zodiac’ta, olaya harcanan zaman ve enerjinin montajda gösterilmesi gerekmiştir. Se7en’da Mills ve Somerset’in birlikte çalışamamalarından dolayı bağımsız olarak çalıştığını görüyoruz.
Fincher Filmlerinin En Kötüden En İyiye Sıralanışı (JOE’ya göre)
10. Alien 3 (1992)
Alien 3’ten sonra “başka bir film çekmek yerine ölmeyi tercih ederim” diyen Fincher, neden Seven’ı yaptığıyla ilgili şu açıklamada bulunmuştu:
Bu ‘insanlık’la ilgili noktaları birleştirmeniz gereken bir film. Fiziksel bağlamın dışında psikolojik açıdan da şiddet içeren bir film. Çoğu şeyi göstermiyor, ima ediyor. Film neden sorusunu değil, nasıl sorusunu seyircilere sorduruyor. Klasik bir polisiye film değil, kötülüğün meditasyonunu yansıtan psikolojik bir savaş.
9. The Curious Case Of Benjamin Button (2008)
8. Panic Room (2002)
7. Fight Club (1999)
Fight Club, insanın kendi benliğiyle verdiği savaşın gösterimidir. Tyler’ın idealize edilmiş bir dış görünüşü vardır, iyi vücutlu, yakışıklı, aykırı giyinen, sigara içen kısacası Amerikan insanının asıl olmak istediği, Nietzesche’in de Üst İnsan modeline uygun kişidir. Filmde de “bireyin kendi ile kavgası işte bu süper insanı ortaya çıkaracaktır” mesajı vurgulanır. Kapitalizm, tüketim toplumu ve onun beyinsiz köleleri, “ihtiyaçlarımızı biz mi belirliyoruz yoksa sistemin dayatmalarını ihtiyaç olarak mı kabul ediyoruz…” gibi onlarca soru üzerinde sayısız mesajlar içeren David Fincher’ın usta yönetmenliğindeki filmdir.
6. The Girl With The Dragon Tattoo (2011)
5. Gone Girl (2014)
4. The Game (1997)
3. Zodiac (2007)
Zodiac, Amerikan tarihinin en ünlü çözülmemiş suç vakalarından birinin gerçek hayat hikâyesini anlatıyor. Film, katilin polisle yaptığı bir telefon görüşmesi sırasında suçunu itiraf etmesiyle başlıyor ve bir gazeteye yazılan mektupla çakışıyor. Metin, seri katilin “Zodiac” kimliğine dair bir dizi şaşırtıcı ipucu içerir. Fincher, San Francisco Chronicle gazetecileri Paul Avery (Robert Downey Jr) ve Robert Graysmith (Jake Gyllenhaal) ve polis müfettişi Dave Toschi’ye (Mark Ruffalo) odaklanmaktadır. Her üçü ve özellikle de Graysmith, olayı saplantılı bir ilgiyle takip ediyor.
Her Fincher filminin açılışında olduğu gibi, Zodiac’ın ön sahnesi ve başlığı, filmin geri kalan tonunu belirler. Tüm bunlarla birlikte Fincher, Zodiac dünyasının kilit figürlerini ve gergin atmosferini ustalıkla vurguluyor.
2. The Social Network (2010)
Sosyal Ağ, sosyal ağ web sitesi Facebook’un inşasının çok yönlü etkilerini ve sonuçlarını göstermeyi amaçlamaktadır. Film, bir fenomen olduğu zamana kadar Facebook kurulmadan önce 2003 yılında başlayan Mark Zuckerberg’e (Jesse Eisenberg) odaklanıyor ve Mark, partnerleri Divya Narendra (Max Minghella) ve Cameron ve Tyler Winklevoss (Armie Hammer) tarafından dava ediliyor.
Filmin birçok incelemesinde ve çalışmasında, Mark’ın karakteri üzerine düzenli olarak iki perspektif var; birçoğu onu acımasız veya yanlış anlaşılmış olarak görüyor. Fincher ‘normalliği altüst eden obsesif ve sosyopatlarla ilgileniyor.
1. Se7en (1995)
Se7en, hem toplumun şeytanlarını hem de Fincher’in ağır bir stüdyo otoritesinin katartik salınımını yansıtan filmdir. Alien 3‘ten sonra Fincher’ın ayrılmaz bir parçası olan karanlık tema, birçok Fincher filminin merkezi oldu. Philip Kemp’in belirttiği gibi, ‘David Fincher karanlığın bir hayranıdır. Filmlerindeki kasvet, Se7en‘ın en çarpıcı özelliklerinden biri hâline geldi. Çalışma ortamının baskıları sadece Fincher’in şahsen ilgilendiği bir mesele değil, aynı zamanda birçok filminde araştırmak istediği bir konuydu. Se7en ve Fight Club‘ın beğenilerinde, onlara ışık saçan şey aşırı çalışma ve yaşam koşullarıdır. Mills ve Somerset’in karakterleri gibi, Fincher da toplumun gölgelerini araştırıp incelemekte ve içinde gizlenen yanlış mektupları incelemektedir.
Se7en’ın ıssız sonucu, insan ruhunu yönetilemez ve ölümcül olarak gösteriyor, kötülüğün neredeyse durdurulamayacağına ve modernitenin özgürlüğü sınırladığına dikkat çekiyor. Dava bitmiş gibi göründüğü kadarıyla, Mills’in eylemlerinin birçok çıkarımı var ve biz “çölü metaforik bir cehennem” olarak görüyoruz…Fincher’ın medeniyetin harabesini gösterdiği ilk filmi, iki dedektifi tehlikeye sokarken takıntı, adaleti yerine getirmeyi başaramaz -bu iki temanın tedavisi 2007’deki Zodiac‘ta yeniden ortaya çıkıyor.
Mindhunter
Artık bildiğiniz gibi David Fincher, bugün çalışan en belirgin görsel hikâye anlatıcılarından biridir. Netflix dizisi olan “Mindhunter”, yönetmenin sağlam görsel stili ve film dilinin kullanımı ile, Fincher on bölümden dördünü yönetmesine rağmen onun izlerini taşıyor.
Zihin Avcılığı
Yapımcı koltuğunda iki önemli isim var; Charlize Theron ve David Fincher. Zaten bu bile başlı başına beklentiyi yükselten bir durumdur.
FBI tarihinin en önemli ajanlarından John E. Douglas’ın, Mark Olshaker ile birlikte yazdığı ve gerçek davalara dayanan MindHunter: Inside FBI’s Elite Serial Crime Unit romanından uyarlanması hasebiyle, hikâyenin gerçeklik boyutu daha çok ön plana çıkıyor.
Ünlü sosyolog Emile Durkheim’in “anomi teorisi” üzerinden ilerleyen dizi, “toplumda bir sorun varsa, işlenen suç da ona karşı bir tepkidir.” önermesini dile getiriyor bir nevi.
Messerschmidt, “Çekilmiş diğer filmlerde görmüş olduğunuz gibi, renkli ışık kullanmıyoruz.” demiştir. Görüntü yönetmeni, post-prodüksiyona renk ekleme veya çıkarma konusunda, hem kendisinin hem de Fincher’ın renk zamanlaması sürecinde görüntüyü nereye çekecekleri konusunda çok güçlü bir fikirle üretime geçtiğini söyledi.
Messerschmidt, “Renk sıcaklıklarını karıştırdık, aynı çekimde soğuk ve ılık hale getirdik bunu genellikle pencerelerin biraz mavi olmasına ve iç mekan uygulamalarının sarı kalmasına izin vererek yaptık,” dedi. “Fikir, renklerin oyuncuları izole etmesine izin vermekti. Arka plandaki her şeyin dış dünya olmasına izin verin – ister bir hapishanede ister polis karakolunda olun – dışarısı çok sıcak, serin, bazen tersi olabilir. Fikir, sorgulama sahneleri sırasında yalnız iç mekanı hissetmekti.” diyerek açıklamada bulunmuştur.