Run Lola Run, Alman yönetmen ve senarist Tom Tykwer‘in yönetmenliğini üstlendiği 1998 yapımı suç ve macera filmidir. Tykwer’i, Perfume: The Story of a Murderer (Koku: Bir Katilin Hikâyesi, 2007), A Hologram For the King (Kral İçin Hologram, 2016) filmleriyle tanıyoruz. Run Lola Run, basit bir aksiyon filminden çok daha fazlasını barındırıyor. Başarısını aday olduğu 41 ödül dalından 26’sını kazanarak da pekiştiriyor. Film, sevgilisi Manni’nin hayatını kurtarmak için 20 dakika içinde 100 bin Mark bulmak zorunda olan Lola’nın başından geçenleri anlatıyor.
“Keşfetmekten yılmamalıyız ve tüm keşiflerimizin sonu başladığımız yere dönmek ve orayı ilk kez tanımak olmalı.”
T.S Eliot
“Her oyunun sonunda oyunun başına dönersin.”
S.Herberger
Film, yukarıdaki sözler ile başlıyor. Filmde, Lola ve Mani’nin yirmi dakikasını seksen dakika boyunca üç farklı şekilde izliyoruz. Kelebek etkisinden yola çıkarak hayatta küçük şeylerin neleri değiştirebileceğini üç farklı hikâye akışıyla izleyiciye vermeyi başarıyor yönetmen. Filmi izlerken, Lola’nın koşarken geçtiği ve uğradığı yerlere dikkat kesilmesi gerekiyor çünkü; Lola film boyunca aynı sahneyi 1 kez değil birkaç defa yaşayacaktır.
Film boyunca Lola ile koşup, hareketlenip, heyecanlanacağınızı söyleyebilirim. Tam oldu derken olmadığını göreceksiniz ama Lola ile birlikte pes etmeyip tekrar denemenin önemini de göreceksiniz. Filmde çalan müziklere de ayrıca değinmek istiyorum çünkü; müzikler sahnenin etkisini verme konusunda inanılmaz başarılıydı. Kimi sahnelerde tempolu müzikle izleyiciyi kıpır kıpır ederken, kimi sahnelerde de çalan sakin müzikle karakterin ruh haline bürünebiliyorsunuz.
Film ayrıca, saniyelik farkların hayatın akışına nasıl etki ettiğini gösteren en muhteşem örneklerden. İhtimaller, seçimler, tesadüfler, kötü kararlarla dolu bilinmez bir hayatın getirisini yine bu film ile görüyoruz.
Kafamızın içinde yankılanan Lola’nın attığı üç çığlıktan da bahsedeceğim. Lola çıkmaza girdiği ve kelimelerinin tükendiği anda olayların seyrini değiştirecek kudretteki çığlığını atıyor ve olayların seyri değişiyor. Dinamikliğini bir an bile kaybetmeyen film, izlerken Lola ile birlikte sanki o sokaklarda birlikte koşuyormuşsunuz hissi veriyor.
Son olarak da film başlarken söylenen sözlere yer vermek istiyorum:
İnsanoğlu, muhtemelen dünya üzerindeki en gizemli türdür. Cevaplanmamış soruların gizemi. Biz kimiz? Nereden geliyoruz? Nereye gidiyoruz? Bildiğimizi düşündüğümüz şeyleri nasıl biliyoruz? Herhangi bir şeye neden inanıyoruz? Bir cevap arayışında sorulan sayısız soru… ki bu cevap başka soruları doğuracak… ve sonraki cevap bir tane daha… ve bu böyle devam edecek. Fakat en sonunda her zaman aynı soru olmaz mı? Ve aynı cevap?