Film İncelemesi – Dune: Part I (2021)

Başka bir efsanevi bilim-kurgu filmi olan Blade Runner 2049‘un yönetmeni, Lübnan asıllı Kanadalı Denis Villeneuve, Frank Herbert’ın “filmleştirilemeyen” bilim-kurgu klasiğine göz kamaştırıcı görsel bir anlayış getiriyor. Bu yazımızda kitabı okumayan ve Dune 2021 uyarlamasını izlemeyenler için sonunu bozmayacak şekilde bir inceleme yazısı hazırlamaya çalıştık.

Eski Dune uyarlamalarından kitaba, Denis Villeneuve’un yeni Dune: Part I’a kadar değindiğimiz ayrıntılı incelemeye başlayalım.

3 Uyarlama: Dune (1984), Jodorowsky’s Dune (2013), Dune: Part I (2021)

Yıllardan beri Frank Herbert’ın kutsal kitap benzeri 1965 bilim-kurgusundan çıkacak mükemmel filmin, “Herbert’ın romanından yapılacak en iyi uyarlamanın başarısızlığı” hakkındaki 2013 belgeseli olacak gibi görünüyordu. Ama bu bakış açısı, sonunda Villeneuve ile değişecek gibi. Jodorowsky’s Dune‘da (2013) yönetmen Frank Pavich, Şilili-Fransız yönetmen Alejandro Jodorowsky’nin, başrolünde Salvador Dali ve yanan bir zürafanın (gerçekten) rol aldığı tahmini 14 saatlik bir çalışma süresine sahip bir ekran uyarlamasını yerleştirmek için ortaya koyduğu amansız (ve nihayetinde başarısız) eforu belgeledi. Jodorowsky’s Dune belgeseli, “hiç yapılmamış en büyük film hakkında belgesel” şeklinde geçmektedir. 

Çıktığı zamanda eleştirmenler ve genel izleyici kitlesi tarafından oldukça nefret edilen ve reddedilen David Lynch’in Dune‘u (1984), son yıllarda isminden bir kült klasiği statüsü geliştirerek bahsettiriyor. Öyle ki sosyal medyada, aşırı hararetli çekimleri döndürerek Dino De Laurentiis tarafından üretilen ve bir zamanlar kötülenen adaptasyonun 2021 modern Hollywood merasiminden daha üstün olduğunun ilan edildiğini görmüşsünüzdür.

Senaryosunu Erich Roth ve Jon Spaihts ile yazan Denis Villeneuve tarafından yönetilen kitabın yeni film uyarlaması, sahneleri büyük bir ihtişamla görselleştiriyor. Yeni Dune‘da herkesin benimseyeceği, şaşkınlıkla bakacağı, büyük ilgi göstereceği, tümüyle gıcık olacağı veya kafasının karışacağı bir şey var. İçinde çok cesur ama yine de karışık olan şey, Frank Herbert’ınki gibi sevilen ama hantal bir hikâye anlatımı serisi için fazlasıyla uygun hissettiriyor.

Evrene Bakış

Dune hikâyesi, üst sınıfın Rönesans İtalyan prensleri gibi yaşadığı, kolonileşmiş bir imparatorluğun galaksiler arası güç mücadelesini verdiği uzak bir gelecekte vuku buluyor. Timothée Chalamet; imparatorun emriyle çöl gezegeni Arrakis’i veya Dune’u işgal etmesi ve baharatı barış içinde sürdürmesi istenilen sevilen hükümdar Dük Leto Atreides’in (Oscar Isaac) oğlu ve varisi Paul Atreides karakterini canlandırmaktadır. Oranın yerli halkı Fremenleri bastırmak veya yatıştırmak ancak gezegenin minerali “Baharat” için tek ticari sömürü haklarını almak Atreides hanedanın görevidir ve bu mineral uygun şekilde rafine edildiğinde tüketiciye insanüstü zihinsel güçler verir (garip bir şekilde bu dönüşüm ekranda hiçbir zaman gösterilmemiştir.) Obez Baron (Stellan Skarsgård) tarafından yönetilen önceki efendiler, Harkonnen’ler, tahliye edilmelerine çok kızıyorlar ancak bunun imparator tarafından, aşırı güçlü Atreides hanedanını imkansız bir sömürge göreviyle baltalamak için yapılan siyasi bir oyun olduğunu anlıyorlar.

Dune evrenindeki çeşitli gruplar arasında insan bilgisayarlar gibi olan Mentat’lar, uzay yolculuğunu belirlemek için yıldızların hizasını tahmin edebilen Navigatör’ler ve insanlığın daha dindar yönünü temsil eden, evrendeki dengeyi korumaya yardımcı olan kararları vermenin yanı sıra olayları etkileyebilen kadınlar grubu olan Bene Gesserit bulunmaktadır. [1]

Paul’a gelince en yoğun ilişkisi, Rahibe Ana tarafından yönetilen baharat destekli kadim bir psikoloji ekolü Bene Gesserit adlı gizemli kadın tarikatının parçası olan annesi, Leydi Jessica (Rebecca Ferguson) iledir. Paul, onların Ses adı verilen ve sözlerini silah hâline getirebilen zihin kontrol güçlerini miras alıyor. Paul’un, savaş halindeki Fremenlerin ve özellikle kaderinde aşık olacağı cüretkar genç Fremen kadın Chani’nin (Zendaya) hayalini kurduğu mesihvari isyancı lider, Lisan al-Gaib olabileceğini görüyoruz. Ve Dune, kum canavarlarıyla, korkunç kötü adamlarıyla, rüyalarının gerçek kadınıyla tanışmak kaderinde olan prensiyle bir uzay epik drama özelliklerinin hepsine sahip.

Zendaya’nın canlandırdığı yerli Fremen nüfusunun bir üyesi olan bu rüyaların gerçek kadını Chani ile tanışmak Paul’un kaderidir. Ancak Villeneuve, bilim-kurgu ziynetleri olan savurgan bir romantik macera yapmakla ilgilenmiyor. Filmin ani bitişi, diğer şeylerin yanı sıra, Chani’nin karakterini Paul’ün rüyalarında kısa, puslu parıltılara havale eder. 2. bölüm asla yapılmadığı takdirde, Zendaya sonsuza dek neredeyse tamamen yaklaşık 20 saniyelik tekrar eden vizyonlardan oluşan bir döngü olarak görünen Dune karakteri olacak. Ve bu, bu yılki filme bazı kum solucanı sürme sahneleri görmeyi umarak gelen insanlar için hiç umut vadetmiyor. (Bölüm 1’in sonunda, bu ulaşım şeklinin yalnızca küçük ipucunu alıyoruz.)

Frank Herbert’ın Dune serisinin imzası olan kum solucanları, Arrakis gezegeninin çöllerinde yaşayan devasa varlıklardır ve solucanlar, bir köpek balığı suda nasıl ilerliyorsa öyle ilerler. Solucanların arazi üzerindeki hakimiyetleri, orada yaşayan toplulukların dönüşümlü olarak saygı görmelerine ve korkmalarına yol açtı. Solucanlar, kumdaki herhangi bir şeye doğru çekilir; çok uzaktan gelen titreşimleri algılayabilir, yeraltından hedeflerine doğru çıkabilir. David Lynch 1984 uyarlamasında, kum solucanlarına canavar çiçekler gibi açılan çok loblu ağızlar verdi. Ancak bu yöntem, Denis Villeneuve’ün kendi ihtişamıyla tekrarladığı bir yaklaşım değil. Herbert’ın kaynak materyaline garip yeni bir bakış getirdi. Villeneuve’ün kum solucanları, gerçekten başka dünyaya aitmiş izlenimini yaratmaya ve bizden farklı bir bağlamdan geldiğini göstermeye çalışır. Paul Atreides, çöle kaçtıktan sonra onlardan biriyle karşılaştığında, solucan devasa kafasını hemen önündeki çukurdan kaldırır ve bu tamamen yabancı yaşam formunun ürkütücü görkemiyle gerilmesi gereken bir anda majesteleri onun görünmeyen yüzüne bakar. Ancak, gölgeli derinliklerinde bir anlığına görünen o gözsüz deliğe bakınca devasa… ne? Ağız? Ya da bir filin hortumunun ucu gibi başka bir açıklık. Her iki durumda da görünüşü, o devasa kıyamet deliğinin etrafındaki ince tüylerin halkasını seçecek kadar yakınında bulunan şanssızlar için gerçek bir sorun yaratır.

Dune’un en etkileyici yanı anlatının sadece yarısını aktarması veya izleyicisinin ayak uyduracağını düşünerek onları çok zengin işlenmiş evrenine sokmayı göze alması değil. Uzay gemilerinin etkileyici bir şekilde havada asılı kalmaları, gümbür gümbür Hans Zimmer müzikleriyle gösteri gücünü yansıtmasıdır. Kısa bir süre önce, “Dune”u sinema salonlarıyla TV ağında aynı anda yayına alacak olan Warner Media anlaşmasından şikayet edilirken Villeneuve, filmin “büyük ekran deneyimine bir övgü olarak” yapıldığını söyledi. Dune’u izledikten sonra ne demek istediğini daha iyi anlayacaksınız ve mantıklı gelmeye başlayacak.

Film, çoğunlukla Yüksek Sinematik Gösteri geleneğindeki filmlere sinematik imalarla dolu. Elbette “Lawrence of Arabia” var çünkü mevzu bahis çöl. Tabii ki Baron Harkonnen’in ilham kaynağı olan “Apocalypse Now”un Albay Kurtz’u da var. “2001: Bir Uzay Macerası” var. Hatta Hitchcock’un 1957 tarihli “The Man Who Knew Too Much” ve Antonioni’nin “Red Desert”ı gibi tartışılabilir aykırı ama yadsınamaz klasikler var. Hatta Nolan ve Ridley Scott’ın görsel yankıları da var.

Apocalypse Now ve Dune

*Buradan sonrası spoiler içerebilir!

Villeneuve tehlike dolu devasa sahneleri sıralamada ve her doku ve yüzeyin farklılıklarını yücelten dramatik bir anlatıyı ortaya koymada fevkalade bir iş başardı. Hatta belki de Dune‘un ses tasarımı ve partisyonu, önceki filmi Blade Runner 2049‘dan bile daha fazla ilgi çekici. Bu sesler salonda küt küt atıyor, gıcırdıyor ve fısıldıyor. Paul’un özel odasında üzerine doğru uçan bir böceği yani uzaktan kontrol edilen ve onu öldürmeyi amaçlayan bir cihaz olan avcı-arayıcı’yı fark ettiği etkileyici bir sahne var. Bu harekete duyarlı, keskin iğneli hassas küçük obje yaklaştıkça Paul, ani bir hareketinin yerini açığa çıkaracağını bildiği için o can alıcı son ana kadar hareketsiz ve sakin kalmayı başarıyor. Tabii biz de.

Filmdeki göze çarpan sorunlardan birisi, ileride gerçekleşecek kritik ihanet için gereken bariz kurulumun eksik olması. 1984 film uyarlamasıyla karşılaştırıldığında izleyiciler, neredeyse galaksi çapında siyasi bir karışma görmüyorlar. Gizemli Bene Gesserit tarikatı, Atreides’in çöküşüne dair bir ipucu fısıldıyor ancak kitapları okumadıysanız veya önceki filmi izlemediyseniz, çoğunlukla Atreides Hanedanı’nı kimin ve neden başarısızlığa uğratmak isteyeceğine dair tahminler ve varsayımlar yapmak zorunda kalırsınız. Belki de Dune, Part 2 bunun içindir?

Bu daha uzun uyarlama, Leto ve Paul üzerinde öncekinden daha fazla zaman harcıyor ve onların sınırlı bakış açısından, bir sürü “bir şeylerin yolunda gitmediğini” tespit ediyoruz. Yetki devri töreninde bu uğursuz bakışları görürürüz. Arrakis’teki üretim tesisleri, sabote edilmediyse, kasıtlı olarak engellenmiş görünüyor. Orijinal hikayenin kurgusu ve galaksiler arası imparatorun Atreides Hanedanı’nın hem popülaritesindeki hem de gizemli gücündeki yükselişi konusundaki endişesi kesinlikle örtülüdür. Bu anlatı, doğru kararı yönlendiriyor mu? Üçlemeyi hak eden eser hakkındaki sinematik gelişmelerini takip edeceğiz. Siz de takipte kalın!


[1] Independent Türkçe, Edebiyattan sinemaya: Efsanevi ve duygu yüklü bir yolculuk; Dune: Çöl Gezegeni, 2021

Kaynakça: 1234

Görseller: Dune Perfect Shots

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir