“Yapayalnız geçen ömrüm boyunca (…) yalnızca kendimi duymaktan kaçınmak için konuştum.” –(Georges Bernanos, Monsieur Ouine)
Zaman dairesinde döndükçe unuttuğumuz ve uzaklaştığımız bir şey var: Sessizlik. Unutup yabancılaştığımız ve duymaktan kaçındığımız bu sessizliği hatırlamak, bizi kendimize döndürecek yollardan biri.
Işık Gören’in çevirisiyle Kolektif Kitap’tan basılan, Fransa’nın yaşayan en önemli tarihçilerinden biri kabul edilen Alain Corbin’in Sessizliğin Tarihi-Rönesanstan Günümüze adlı kitabı, sessizliğin sesini hatırlatacak bir kitap.
Alain Corbin, 9 ayrı bölümde Rönesans’tan günümüze sessizlik kavramının yaşadığı değişimi irdeliyor. Corbin kitabında, geçmişte sessizliğin varlığı, nasıl yaşandığı, sessizlik kavramının hangi anlamları içerdiği, bugüne gelindiğinde ise sessizlik kavramının hangi anlamları kazandığı ve nasıl algılandığı gibi noktalara değiniyor.
Sessizlik, tarih boyunca farklı zaman ve mekânlarda farklı anlamlarda karşımıza çıkıyor. Kimi zaman Tanrı’ya ulaşmada dinî bir anlam, kimi zaman kiliseler ve hapishanelerde politik bir ifade aracı, aşk ve nefret merkezinde ise duygusal bir anlam dairesi etrafında değerlendiriliyor.
Alain Corbin, sessizliğin çeşitli ifade temsillerini farklı disiplinlere ait metinlerden alıntılarla gösteriyor. Corbin, Sessizliğin Tarihi’nde hem tarih boyunca bir seyir çizerek sessizliği bulmanın yoluna gidiyor hem de sessizlik deneyimlerini vererek sessizliğin sesini duyurmayı deniyor.
Mekânların Sessizliği
19. ve 20. yüzyıla ait alıntılarda sessizlik evlerdeki salonlarda, odalarda; kiliseler, kaleler, kütüphaneler ve hapishanelerde hissedilir.
Alain Corbin, mekânlardaki sessizliği “mekânların mahremiyeti” olarak değerlendirir. Sessizlik, yalnızca mekânlarda değil kahramanlarda, hatta yazarların tavrında bile hissedilir niteliktedir.
Monsieur Ouine, sessiz odalarda dolaşan sessiz kahramanlardan biri. Corbin’e göre, Monsieur Ouine, sessizliğin ta kendisidir.
“Mösyö Ouine’in nefes alıp verişi küçük odanın sessizliğini bozmuyor, ona sadece bir tür ölümcül ağırlık kazandırıyordu.” (s.19)
R. M. Rilke, Marcel Proust, Georges Bernanos, Gaston Bachelard ve Albert Camus gibi pek çok yazarın sessiz tavrı, metinlerini de sessiz kılar.
Doğanın Sessizliğini Duymak
Alain Corbin, “Doğanın Sessizlikleri”nde, sessizlikle doğa arasındaki güçlü bağdan bahsederek doğanın sessizliğini incelikle işleyen metinlere yer veriyor.
Kırlarda, korularda, nehir kıyılarında yaptıkları gezintilerde sessizliğe tanıklık eden yazarlar, farklı tasvirlerde sessizliği anlatıyor. Sessizliğin ezgisine kulak veren yazarlardan Henry David Thoreau’ya göre, “Yalnızca sessizlik duyulmaya değerdir.”
Tanrı’nın varlığından ve sessizliğinden izler taşıyan ve sözlerinin yankılandığı çöl de enginliği ve derinliği ile seyyahların gözünden anlatılır. Corbin Chateaubriand, Guy Barthélemy ve Saint-Exupéry gibi yazarların metinlerindeki çöl temsillerini paylaşır.
“Böylece ıssızlığı ve sessizliğiyle
Çöl kalabalıklardan iyi konuşurdu benimle.” (s.30)
Gezginlerin ve seyyahların dilinden sessizlikle doğanın karşılaştığı anlar anlatılır. Dağlardaki sessizliği bozan tek ses, “Sık ağaçların ardında, sessizliğin ortasında çağlayan suların boğuk sesi”dir.
Sessizliği Aramak
Corbin, “Sessizlik Arayışları”nda, sessizlik arayışının çok çeşitli, kadim ve evrensel olduğundan bahsederek bu arayışın 16. ve 17. yüzyıldaki izlerini takip eder. Sessizlik ve inziva ile sessizlik ve mistisizm ilişkisi üzerinde durur. Sessizliğin tefekkürle olan uyumunu ve dua için sessizliğin gerekliliğini dini metinlerden alıntılar vererek açıklar. 16. ve 17. yüzyıla ait metinlerden paylaşılan alıntılarda, sessizlik arayışının genellikle ‘inziva’ çerçevesinde gerçekleştiğini görüyoruz.
Yüceliğe eriştirecek her eylemin sessizlik sürecinden geçtiğini söyleyen Corbin, Tanrı’ya ulaşmanın da sessizlikle mümkün olduğunu hatırlatır:
“İnsanın Tanrı’nın sesini içinde duyabilmesi için sessizliğe ve mükemmel bir inzivaya ihtiyacı vardır.” (s.49)
Belki de Sessizliğin Tarihi’nde, sessizliğin sesini duyabiliriz.