Remzi Taşkıran, son yıllarda sanat camiasında en çok söz edilen ressamlardandır. Ressam 1961 yılında Adıyaman’da doğmuştur. Lise eğitimini İstanbul’da tamamlayan Taşkıran, sanat eğitimini Sadettin Çağlarca’dan almıştır. Kaynaklarda, sanatçının vatanî görevi esnasında resim yapma yatkınlığını daha da geliştirdiği geçmektedir.
Remzi Taşkıran, askerliğini bitirdikten sonra da İstanbul’da kısa süre basın ressamlığı yapmıştır. İstanbul’daki kendisine ait atölyesinde yaptığı profesyonel çalışmaları ile yaşamını sürdürmektedir. Sergilerine hazırlanırken günübirlik geçim kaygılarından uzaklaşıp sanatının özgün temalarını oluşturmaya özen gösterdiğini belirtmiştir. Eserleri yurt içi ve yurt dışı koleksiyonlarda bulunmaktadır. Müzayedelerde eserleri sergilenmektedir.
Ailevi nedenlerden dolayı küçük yaşlarda verildiği Adıyaman yetiştirme yurdunda 18 yaşına kadar devlet korumasında kaldı. Yetiştirme yurdunda tahsil hayatını devam ettiren Remzi Taşkıran, sanata olan ilgisinin öğretmenleri tarafından fark edilmesiyle, resim yapması konusunda yönlendirildi. Yetiştirme yurdundan ayrılmasının ardından zor bir dönem geçiren Remzi Taşkıran, devlet korumasındaki yetiştirme yurdu çocuklarının 18 yaşından sonra hiçbir güvencesi olmadan toplum arasına bırakılmasının toplumsal bir sorun haline dönüştüğünü gözlemleyen Remzi Taşkıran, “kader kardeşlerim” diye tanımladığı yurt çocuklarının sorunlarının devlet yetkilileri tarafından fark edilmesi ve dayanışmanın sağlanması için İstanbul Yurtayder (Yetiştirme Yurdundan Ayrılanlar Derneği) adlı derneğin kurucuları arasında yer aldı.
Bu zamana kadar 11 kişisel sergi açan Remzi Taşkıran, birçok karma sergilere de katıldı. Yurt içi-yurt dışı özel ve devlet koleksiyonlarında yapıtları bulunan Taşkıran, resimle alakalı görüşlerini şu ifadelerle tanımlıyor:
Ben resmi yaparken değil, onu kurgularken yoruluyorum. Resimlerimin bitmiş hali benim için hiç de sürpriz olmuyor… Çünkü bitmiş halini sanki önceden görüyorum. Renklerle aramda bir aşk yaşarım; onlarla konuşur, sohbet ederim. Benim yaşam enerjim resim yapmaktır. İnancım odur ki sanat duygu ve düşüncenin yetenek avantajıyla dışa vurumudur. Benim gibi eğitim almadan sanat yeterliliği olanlara ‘Allahtan vergili’ deniliyor, doğrudur. Çünkü ben rüyalarımda bile resim yapardım. Sanat bana göre para kazanma mesleği olmamalıdır, yaşamın döngüsü ve profesyonellik bunu gerektiriyor. Resim yaparak geçiniyorum. Eğer hiç resim satamasaydım yine de yapardım. Çünkü canlılar yemeden yaşayamazlar, sanatçılar da üretmeden asla ve asla yaşayamazlar. Sanatla yaşama karşı her türlü duygu ve düşüncelerimizi ifade edebiliriz; olumlu ve olumsuz yönleri eleştirebiliriz. Sanat bir dışa vurum eylemidir. Sanatçı doğayı aynen taklit etmemeli; görünmeyeni görmeli ve hatta tamamen doğadan bağımsız kendi iç dünyasını soyut temalarla estetik bir biçimde ifade etmelidir. Ruhunu ve yüreğini ortaya koymalıdır…”
Ressam Remzi Taşkıran’ın çalışmaları, etnik görsel bir şöleni andırır. Her bir eseri, ritmik bir sessizlik içinde sanatseverlerin ruhunda en güzel mânâ olarak bir artezyen gibi fışkırır. Özellikle yurdun anadolu izlenimlere dayalı resimlerinde günlük çabalarının dışında, kendi yüreğinin, bilincinin, yeteneğinin ve eğilimlerinin öne çıktığı, böylelikle özgün resimlere imza attığı gözlemleniyor.
Sultanahmet Meydanı’nda, ‘Hipodrom’da bulunan Obelisk (Dikilitaş) Mısır’ın 18 Sülâle hükümdarlarından III Thutmosis’in (MÖ 1502-1448) Asya’da kazandığı zaferlerin anısına 1450’de diktirdiği taştır. Yıllarca Mısırda kalmış ve daha sonra İstanbul’un yeni Romanın başkenti olacağı için şehri süslemek için, Mısır dan İstanbul’a getirilmiş ve bu günkü yerine dikilmiştir. Şu an Sultanahmet Caminin önünde yer almakta ve İstanbul’un en güzel antik anıtlarından biridir. Tabi ki Remzi Taşkıran da böyle hissetmekte etkileyici ve devasa yapısı sanatçıya ilham vermektedir. Obeliski tuvaline yansıtırken yeşillikler içerisindeki gizemini ve etkileyiciliğini bu eserde ön plana çıkarmıştır. Doğanın karşısındaki anıtın haşmetini daha da arttırmıştır. Etrafındaki kuşlar ve arka plandaki mavilikle eserin devasalığını ön plana çıkarmış ve esere bir de sanatsal açıdan bakmayı zorunlu kılmıştır.
Son dönemin dikkat çeken realist ressamlarından biri olan Taşkıran çok sayıda ressam yetiştirmiştir.
Bugün bulunduğu semte adını veren Çemberlitaş anıtı, İmparator Konstantin tarafından Roma da bulunan bir tapınaktan getirilmiştir. Başlangıçta üzerinde Apollon heykeli bulunurken Hristiyanlığın yayılmasıyla üzerindeki heykel Haç ile değiştirilmiştir. Şehir Osmanlıların eline geçtikten sonra üzerindeki haç çıkartılmış ve Yavuz Sultan Selim döneminde restore edilmiştir. Daha sonra bir yangında hasar görmüş ve Sultan II. Mahmut tarafından taşları güçlendirmek adına çemberler eklenmiş sonrasında ise bu isimle anılmaya başlanmıştır. Remzi Taşkıran usta fırçasıyla bu devasa anıtı tamamen zihinde yer alan yeşil bitki örtüsü içerisinde tasvir etmiştir. Taşların birleşim yerlerini ve taşları sabit tutan çemberleri çok rahat resimde görmek mümkün. İstanbul’un bu antik dönemden kalan anıtları hala görenleri hayret ettirmekte, sanat eserlerinde yansımaları ise hayranlık uyandırmaktadır.
Evli ve 3 çocuk babası Remzi Taşkıran, halen İstanbul’daki resim atölyesinde sanatsal çalışmalarına devam etmektedir. Birçok siyasetçi, iş adamı ve ünlülerin de yağlıboya portrelerini yapan Taşkıran, “sanat, ticaret olarak görülmemeli, sanat için yapılmalıdır” görüşünü savunanlar arasında yer alıyor.